Türk Edebiyatının Dönemleri
TÜRK EDEBİYATININ
DÖNEMLERİ
Türk Edebiyatı, Türklerin dâhil oldukları üç medeniyet ve kültür dairesine
paralel olarak üç safhada incelenmektedir.
1. İslâmiyet’ten Önceki Türk Edebiyatı,
2. İslâmî Devir Türk Edebiyatı,
3. Batı Tesirinde Gelişen Türk Edebiyatı.
Bu tasnif Fuat Köprülü tarafından ortaya atılmış ve edebiyat araştırmacıları
tarafından bugüne dek kullanılagelmiştir.
Türk Edebiyatının Devirlere Ayrılmasında Kullanılan Kıstaslar
Türk edebiyatı devirlere ayrılırken değişen dil anlayışı, kültürde görülen
farklılaşma, yeni dinî hayat, dil coğrafyasındaki gelişme, kısaca medeniyet
değişikliği kıstas olarak alınır.
Çünkü Türk tarihinde görülen üç medeniyet (iki medeniyet değişikliği),
edebiyatın da seyrini değiştirmiş, onun konu ve şekil özelliklerini de
etkilemiştir.
Bu arada tanışılan ve alış verişte bulunulan uluslar da edebiyatı
etkilemişlerdir.
Meselâ, Araplardan ilmî eserlerle birlikte Arapça kelime ve tamlamalar,
İranlılardan da İslâmiyet’le birlikte nazım tür ve çeşitler
alınmıştır.
Türk edebiyatının üç devire ayrılmasını sağlayan iki medeniyet değişikliği
vardır
1. İslâmiyet’in kabul edilmesi,
2. Batı medeniyetinin tanınması ve benimsenmesi.
Bu bilgiler ışığında Türk edebiyatının devirlerini şöyle belirleyebiliriz
I. İSLÂMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI (?-11. yy.)
İslâmiyet’ten önceki Türk Edebiyatı, Türklerin Orta Asya’da yaşadıkları
devirlerde bütün Türk boyları arasında müşterek ve büyük bölümü sözlü olan
edebiyattır.
İslâm öncesi Türk edebiyatı ulusal bir edebiyattır; nazım şekil ve türleriyle
kullanılan ölçü tamamen millîdir.
Bu dönem edebiyatı, İslâmiyet’in kabul edilmesinden sonra oluşmaya başlayan yeni
edebiyat anlayışına kadar devam etmiş, hatta etkisi daha sonraki dönemde de
görülmüştür.
İslâm öncesi Türk edebiyatı sözlü dönem ve yazılı dönem olmak üzere ikiye
ayrılır.
A. Sözlü Dönem ( ?-8. yy.)
Türklerin henüz yazıyı kullanmadıkları dönemdir. Yani başlangıçtan 8. yüzyıla
kadar olan dönemdir.
Bu dönem ürünleri tamamen sözlüdür ve genellikle şiir şeklindedir.
Bazı ürünlerin bazıları günümüze kadar gelmiştir.
Sözlü Dönemin Özellikleri
Ĝ Bu döneme ait yazılı eser yok denecek kadar azdır.
Ĝ Bu dönemde Türkler, göçebeliğe dayanan günlük hayatlarında ve özellikle
düzenledikleri törenlerde (sığır: av töreni; şölen: ziyafetler; yuğ: ölüm
töreni) bir araya geldiklerinde “ozan”, “kam” veya “baksı” denilen şairler
“kopuz” denilen saz eşliğinde “koşuk”lar ve “sagu”lar söylerlerdi.
Ĝ Bu şiirler (sagu, koşuk, destan) hece ölçüsüyle söylenen ve yarım
kafiye kullanılan şiirlerdir.
Ĝ Anlatım söze dayanır.
Ĝ Düşünce ve hayaller şiirle anlatılmıştır.
Ĝ Nazım biçimi dörtlük, vezin hece veznidir.
Ĝ Yarım kafiye kullanılmıştır.
Ĝ Dil sadedir.
Ĝ Bu ürünler düzenlenen törenlerde (sığır: av töreni; şölen: ziyafetler;
yuğ: ölüm töreni) ortaya çıkmıştır.
Ĝ Şiirler kopuz denilen saz eşliğinde söylenir.
Ĝ Daha çok somut konular işlenmiştir.
Ĝ Kahramanlık, savaşlar, tabiat ve aşk konuları işlenir.
Ĝ Şairlere ozan, kam, baksı, oyun, şaman gibi adlar verilir.
Sözlü dönem ürünleri
1. Koşuk
Ĝ Hece vezni ve yarım kafiye ile söylenen şiirlerdir.
Ĝ Kopuz eşliğinde söylenir.
Ĝ Yiğitlik, aşk, tabiat konularını işler.
Ĝ Nazım birimi dörtlüktür.
Ĝ Bu şiirlerde düz kafiye kullanılır: aaaa, bbba, ccca… (aaab cccb dddb)
Ĝ Bu şiirlerin İslâm sonrası halk edebiyatındaki adı koşma’dır.
Ĝ Sığır denilen sürek avlarında söylenen lirik şiirlerdir.
2. Sagu
Ĝ Ölen bir kişinin arkasından söylenen ağıt şiirleridir.
Ĝ Ölen kişinin kahramanlıklarını, başarılarını, erdemlerini anlatır;
ölümlerinden duyulan üzüntüyü dile getirir.
Ĝ Koşuk nazım şekliyle söylenir.
Ĝ Bu şiirlere İslâm sonrası halk edebiyatında “ağıt”, Divan edebiyatında
“mersiye” denir
Ĝ “Yuğ” denilen ölüm törenlerinde söylenir.
Ĝ Divanu Lûgatit-türk’teki Alp Er Tunga sagusu bu türün önemli bir
örneğidir.
3. Sav
Ĝ Türk toplumunun dünyaya bakışını, geleneklerini, varlık anlayışlarını
ortaya koyan özlü sözlerdir.
Ĝ Bugünkü “ata sözü”nün karşılığıdır.
Ĝ Divanu Lûgatit-türk’te pek çok sav vardır.
4. Destan
Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç eserleri olan destanlar, çeşitli konularda
yaradılış hikâyeleri yanında, milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış
bir kahramanın veya tarih olayının millet
muhayyilesinde ortak sembol ve
ifadelerle zenginleştirilmiş uzun manzum hikâyeleridir.
Türk destanları, kâinatın, insanın, kadının ve erkeğin yaradılışı; Türk
milletinin doğuşu, çeşitli Türk devletlerinin kuruluş gelişme, çöküşleri, zafer
ve yenilgileri gibi konularla beraber pek çok sebep açıklayıcı efsaneyi de
içinde barındırır.
Bütün dünya edebiyatlarında olduğu gibi Türk Edebiyatının da ilk örnekleri
destanlardır.
Milletlerin toplumu derinden etkileyen, tarihî önem arz eden önemli olaylarını
(doğal afetler, savaşlar, göç, yangın vb.) konu edinirler
Manzum hikâyelerdir.
Destanlarda olağan üstü olaylar ve olağan üstü özellikte kahramanlar vardır.
Destanlar anonim ve sözlü edebiyat ürünleridir.
Ağızdan ağıza dolaşmak suretiyle oluşmuşlardır.
Destanlarda anlatılan olayların geçtiği yer ve zaman bilinmez.
Kahramanlar lider ve kurtarıcı rolündedir.
İlk Türk Destanları
Altay-Yakut:
Yaradılış Destanı
Sakalar Dönemi:
Alp Er Tunga Destanı, Şu Destanı
Hun Dönemi:
Oğuz Kağan Destanı
Köktürk Dönemi:
Bozkurt Destanı, Ergenekon Destanı
Uygur Dönemi:
Türeyiş Destanı, Göç Destanı
B. Yazılı Dönem ( 8-11. yy.)
Bu dönemde Göktürkler ve Uygurlar
tarafından kendi alfabeleriyle eserler verilmiştir.
Türk dilinin tespit edilebilen en eski yazılı metinleri VII. asrın sonlarına ve
VIII. asrın ilk yarısına ait olan dikili taşlar (Yenisey ve Orhun anıtları) ve
Uygur dönemine ait olan dinî metinlerdir.
Anıtlar arasında yer alan, Kültigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk adına dikilen Orhun
Anıtları, gerek muhtevaları, gerekse mükemmel dil ve üslûplarıyla Türk dilinin,
edebiyatının ve tarihinin şaheserleri arasında yer almaktadır. Abidelerin yazarı
Yolluğ Tigin’dir.
Yenisey Kitabeleri
Yenisey ırmağı çevresinde daha çok mezar taşlarından oluşan bu kitabelerin edebi
olarak fazla bir önemi yoktur.
Göktürk Kitabeleri
Tonyukuk Anıtı
720 yılında Göktürk devleti veziri Tonyukuk adına dikilmiştir. Kitabede Tonyukuk,
anılarını ve dönemin tarihini anlatmıştır. Anlatımda, atasözlerine bolca yer
verilmiştir.
Kültigin Anıtı
732 yılında dikilen anıt Yolluğ Tigin tarafından yazılmıştır. Anıtta Kültigin’in
ölümü ve yas töreni anlatılmıştır.
Bilge Kağan Anıtı
735 tarihini taşır. Bilge Kağan’ın yiğitlikleri ve Türk milletine iletmek
istediği mesajlar anıtın içeriğini oluşturur. Bu anıt da Yolluğ Tigin tarafından
yazılmıştır.
Göktürk (Orhun) Kitabelerinin Özellikleri
Türklerin ilk yazılı eseridir.
Doğu Göktürklerin tarihine ışık tutar.
Söylev türünde yazılmıştır.
Oldukça gelişmiş ve işlenmiş bir dil kullanılmıştır.
Türk dilinin gelişmişlik düzeyine ilişkin etraflı bilgiler edinilebilir.
Hem dinî hem de din dışı konular işlenmiştir.
Tarih, coğrafya ve edebiyata kaynak olacak niteliktedir.
Türk tarihini, toplumun yaşam biçimini, dünyaya bakış tarzını ortaya koyar.
Kitabelerde idarecilerin ve sultanların halkı aydınlatması, yaptıklarının
hesabını halka vermesi söz konusudur.
Kitabeleri Strahlenberg bulmuş, 1893’te Wilhelm Thomsen okumuştur.
Bir yüzleri Göktürk alfabesiyle, diğer yüzleri Çince yazılmıştır.
Dinî Eserler
İslâm öncesi Türk edebiyatı yazılı eserleri arasında, Uygur alfabesiyle yazılmış
olan çeviri dinî eserler de sayılabilir. Bunlar Mani ve Buda dinlerine ait
eserlerdir.
II. İSLÂMÎ DEVİR TÜRK
EDEBİYATI (11-19. yy.)
8. yy.dan itibaren yerleşik hayata geçen, Müslümanlıkla tanışan Türkler, 10.
yy.ın ilk yarısında (920) Karahanlı Devleti hükümdarı Satuk Buğra Han’ın
Müslümanlığı kabul etmesiyle başlayan süreçte Müslümanlıkla Türklüğü birleştirip
bir sentez ortaya çıkarmışlar, hayat tarzlarını buna göre belirlemişler, bu
sayede birlik sağlamışlar ve İslâm dininin, Farsların ve Arapların etkisiyle
yeni bir edebiyat oluşturmaya başlamışlardır.
Bu edebiyatta sözlü eserlerin yanı sıra yazılı eserler de çoğalmıştır.
İlmî eserler ve Kur’an-ı Kerim aracılığı ile Arapçadan; Edebî eserler
aracılığıyla da Farsçadan etkilenilmiştir.
Yine bu yolla o zamana kadar dış etkilerden uzak olan Türk dili Arapça ve
Farsçanın etkisine girmeye başlamıştır.
İslâm kültürü, ortak İslâm edebiyatının şekil ve tekniği, zevki, hayat görüşü,
temaları, motifleri, Türklerden önce Müslüman olarak bir İslâmî edebiyat
geliştiren İranlıların aracılığı ile Türk Edebiyatına girmiştir.
İslâmî edebiyat şiirinde ortak teknik malzeme (şekiller, temalar, motifler) ile
ortak bir dünya görüşü ve estetik kavramı benimsenmiştir.
XIV. asırda yazıya geçirilen "Dede Korkut Kitabı" destan döneminin hatıralarını
saklayan, gerek muhteva gerekse dil ve üslup mükemmeliyeti bakımından Türkçenin
şaheserleri arasında yerini daima muhafaza eden çok değerli bir eserdir.
İslâmiyet’ten sonra da destansı edebiyat devam etmiştir
İslâmiyet’in Kabulünden Sonraki Türk Destanları
Karahanlı Dönemi:
Satuk Buğra Han Destanı
Kazak-Kırgız Kültür Dâiresi:
Manas
Türk-Moğol Kültür Dâiresi:
Cengiz-name
Tatar-Kırım:
Timur ve Edige Destanları
Selçuklu-Beylikler ve Osmanlı Dönemleri:
Seyid Battal Gazi Destanı (Battal Gazi’nin İslamiyet’i
yayış mücadelesini ve yiğitliklerini anlatır), Danişmend Gazi Destanı
(Danişmendname), Köroğlu Destanı
A. İlk Eserler
1. Kutadgu Bilig
Dönemin ilk edebî eseridir.
İlk siyasetname.
1070 yılında Balasagunlu Yusuf tarafından Karahanlılar devrinde yazılmış ve
Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a sunulmuştur. (Eseri beğenen hükümdar
bunun üzerine Yusuf’a Has Haciplik unvanı vermiştir.)
Eserin adı “Mutluluk Veren Bilgi” anlamındadır.
Mesnevi nazım şekliyle ve Şehname vezin kalıbıyla yazılmıştır.
6600 beyittir. Ayrıca 173 tane de dörtlük vardır.
Beyit nazım birimiyle yazılmıştır; ancak dörtlük nazım birimi de kullanılmıştır.
Aruz ölçüsüyle yazılmış ilk eserimiz kabul edilir.
Didaktik (öğretici) bir nitelik taşır. Bir ahlâk ve öğüt kitabıdır.
Hükümdara siyası öğütlerde bulunur.
Eserde allegorik[1] (sembolik) bir anlatım vardır. Hükümdar Kün Toğdı:
Adaleti, Vezir Ay Toldı: İyi yönetimi, Vezirin Oğlu Ögdilmiş: Aklı, Vezirin
Kardeşi Odgurmış: Öbür dünyayı temsil eder.
Eser Hakaniye (Çağatay) Türkçesiyle kaleme alınmıştır.
Dili oldukça sadedir.
2. Divanü Lûgati't-türk
“Türk Dilleri Sözlüğü” anlamına gelir.
Kaşgarlı Mahmut tarafından 1072-1074 tarihleri arasında yazılmıştır.
Eser bir sözlük olarak hazırlanmasına rağmen, Türk sosyolojisi, psikolojisi,
edebiyatı, gelenek ve görenekleriyle ilgili bilgi veren önemli bir eserdir.
Türkçenin önemini anlatmak ve Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazılmıştır.
Mensur (düzyazı) bir eserdir.
Türkçenin ilk sözlüğü kabul edilir. Kelimeleri göçebe boylar arasında gezerek
bizzat kendisi derlemiştir. (Diğer önemli sözlükler: Ali Şir Nevai,
Muhakemetü’l-Lugeteyn, Şemseddin Sami, Kamus-ı Türki)
İslamiyet öncesi edebiyatın sagu, koşuk ve sav örneklerini içerir.
Eserde 7500 kelime ve Arapça karşılıklarıyla bunların kullanıldığı örnek cümle
veya şiirler, dilbilgisi kuralları ve bir harita (o devirdeki Türk boylarının
yerleşim alanını gösteren) bulunmaktadır.
Etnografik bir eser olarak kabul edilir.
Zamanında konuşulan ve yazılan Türk lehçelerindeki 7500 Türkçe kelimeye Arapça
karşılıklar veren ve harf sırasına göre düzenlenmiş bir sözlük durumundadır.
Ayrıca manzum-mensur parçalar (sav, sagu, koşuk), örnekler ve bazı olaylarla
donatılmış bir ansiklopedidir.
Zamanın Türk tarih ve efsanelerine, coğrafya, halk edebiyatı ve folkloruna dair
geniş bilgiler vererek Türkoloji'nin temellerini atmıştır.
3. Atabetü'l-hakayık
“Hakikatlerin eşiği” anlamına gelir.
12. yy’da Edip Ahmet Yügnekî tarafından yazılmıştır.
Didaktik bir eserdir, ahlak ve öğüt kitabıdır.
Cömertlik, ilim, doğruluk gibi konuları işler.
Aruz ve hece ölçüsü birlikte kullanılmıştır.
Nazım biçimi mesnevidir.
Hakaniye (Çağatay) Türkçesiyle yazılmıştır.
4. Divan-ı Hikmet
Mutasavvıf Hoca Ahmet Yesevi tarafından 12. yy.da yazılmıştır.
İlâhî aşkın, ibadetin, cennetin vb. konu edildiği didaktik bir eserdir.
7’li ve 12’li hece ölçüsüyle yazılmıştır.
Dörtlükler halinde yazılmıştır. Dörtlüklerin adı eserde “hikmet”tir.
Tasavvufi bir eserdir.
Dili oldukça sadedir.
5. Kitab-ı Dede Korkut
Destandan halk hikâyesine geçiş dönemi ürünüdür.
12 hikâyeden oluşur.
Eserde bir yandan Türklerin İslâm öncesi hayatları anlatılırken diğer yandan
İslâm’a ait unsurlara da yer verilir.
Dede Korkut, hikâyelerin içinde adı geçen, yaşlı, bilge, meçhul bir halk
ozanıdır.
Eser 15. yy.da yazıya geçirilmiştir.
Nazımla nesir iç içedir.
Kahramanlık, yiğitlik, boylar arası savaşlar, aşk, aile birliği eserde işlenen
konular arasındadır.
Özellikle Deli Dumrul hikâyesinde olduğu gibi Türk aile yapısı, aile bağları,
ailenin kutsallığı önemli yer tutan bir konudur.
B. Türk Halk Edebiyatı
Türk Edebiyatı, İslâmiyet’in kabulünden ve tarihindeki siyasî gelişmelerden
dolayı Anadolu beylikleri, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde iki
farklı tarzda gelişme göstermiştir:
1. Saray, konak, medrese ve bunlara yakın çevrelerde tahsilli kişilerin
yarattığı ve Arap ve Fars geleneğine dayanan Klâsik Türk Edebiyatı veya Divan
Edebiyatı.
2. Eğitimleri daha çok sözlü kültür birikimine dayanan, daha çok kırsal
kesime ve yeniçeri ocaklarına has olan kişilerin, din ve tasavvuf çevrelerinden
olan kişilerin ve halkın kendisinin oluşturduğu ve Orta Asya geleneğine dayalı
Türk Halk Edebiyatı.
Bugün de bir ölçüde yaşamakta olan Türk Halk Edebiyatı geleneği, Türklerin Orta
Asya edebiyat geleneklerinin İslâmiyet ve yeni yaşayış şart ve şekilleri içinde
tekabül etmiş millî edebiyatlarıdır.
Türk Halk Edebiyatı, dış yapıda ve bir ölçüde icra töresinde müştereklik
gösteren muhteva ve fonksiyonları ile farklı olan Anonim (din dışı), Aşık tarzı
(din dışı) ve Tekke (dinî) edebiyatından oluşur.
Türk Edebiyatı içinde yer alan ve aynı zamanda folklorun da bir alt disiplini
olarak değerlendirilen Halk Edebiyatı; edebî zevk, düşünce ve anlatım gücüne
ulaşmış âşık ve tekke tarzı sahibi belli eserlerle, malzemesi dile dayalı
destan, efsane, halk şiiri, mani, ağıt, türkü, bilmece, masal, halk hikâyesi,
fıkra, atasözü, deyimler, tekerlemeler gibi sözlü gelenekte yaşayıp kuşaktan
kuşağa aktarılan anonim ürünlerden oluşur.
Halk Edebiyatı kavramı içinde toplanan bu türlerin bir bölümü günümüzde de bazı
bölgelerde dinamik olarak yaşamaktadır.
Çok zengin ve çeşitlilik gösteren sözlü edebiyattaki anlatım türleri ve manzum
eserler özellikle kırsal kesimde yaşayan halkın kültür birikimini sağlamakta,
duygu, düşünce ve hayal hazinelerini zenginleştirmektedir.
Doğu Anadolu bölgesinde canlı olarak devam eden Âşıklar geleneği, kahvelerde,
düğünlerde, bayramlarda, sohbetleri zenginleştirirken, aynı zamanda dinleyenleri
düşündürmekte ve eğlendirmektedir.
Nasrettin Hoca, Bektaşî, Laz ve benzeri tipler etrafında teşekkül etmiş ve
etmekte olan fıkralar güldürürken düşündürmekte toplumu ve kişileri eleştirirken
anlatanı ve dinleyenleri daha iyiye, daha güzele yöneltmektedir.
Bilmeceler yetişen genç nesillerin zihin gelişimine yardımcı olmaktadır.
Atasözleri ve deyimler eski nesillerin tecrübelerini ve tavsiyelerini yeni
nesillere aktarmaktadırlar.
Millet hayatındaki, savaşlar, göçler, destanlarda anlatılmış, ölenlerin ardından
yakılan ağıtlar ve her konuyu işleyen türküler kederi, neşeyi ve sevgiyi
yansıtmaktadır.
Dini ve kutsî yaşayıştaki heyecan ve vecd ilâhîlerle anlatılmış, âşıklar Türk
dilinin anlatım gücünü, inceliğini musiki ile dile getirerek yüzyıllarca
yaşatmışlardır.
Türk halk edebiyatının başlıca özellikleri
Türk halk edebiyatı 12. yy.dan başlayarak Anadolu’da dinî ve din dışı olmak
üzere iki koldan gelişmeye başlamıştır.
Halk edebiyatında daha çok şiir türünde ürünler verilmiştir.
17. yy.da halk hikâyesi ve halk tiyatrosu türlerinde de ürünler verilmiştir.
Şiirde
Nazım birimi dörtlüktür.
Ölçü, millî ölçümüz olan hece ölçüsüdür. Hecenin en çok 7’li, 8’li ve 11’li
kalıpları kullanılmıştır. Fakat şehirde yaşamış, medrese eğitimi almış bazı
ozanlar aruzu da kullanmışlardır.
Genellikle yarım kafiye kullanılır. Daha çok redifle ahenk sağlanır. Kafiyenin
yanı sıra “ayak” da söz konusudur.
Şiirler (önceleri kopuz, şimdilerde) bağlama eşliğinde okunur.
Dil halkın kullandığı Türkçedir.
Konu, şekil ve dil bakımından dış tesirlerden uzaktır.
Nazım şekil ve türleri arasında
türkü, koşma, mani, ninni, semai, varsağı, destan, ilâhî, nefes sayılabilir.
Şiirlerin konuya göre özel başlıkları olmaz. Türe ve şekle göre genel adları
vardır: koşma, destan vb.
Konular, halkın sürekli iç içe olduğu, aşk, tabiat, ayrılık, hasret, ölüm,
yiğitlik, din, şikâyet gibi konulardır. Daha çok somut konular işlenir.
Halk edebiyatının da kendine özgü mazmunları, mecazları vardır. Sevgilinin kaşı,
gözü, yanağı, boyu her şiirde aynıdır.
Nesirde
Nesir halk edebiyatında nazma göre çok çok önemsiz kalmıştır. Çünkü duygu ve
düşüncelerin kalıcılığı şiirle daha kolay sağlanmaktadır.
Nesir örnekleri arasında halk masalları, halk hikâyeleri, efsaneler, ata
sözleri, deyimler, halk tiyatrosu, bilmeceler, fıkralar sayılabilir.
Bunlardan en yaygınları -tür olarak- masallar, hikâyeler ve efsanelerdir.
Ata sözü, bilmece ve deyimler zaten -halkın ürünü olmakla beraber- her alanda
herkes tarafından kullanılmaktadır.
Anonim Halk Edebiyatı
Hece ölçüsünü esas alan ürünlerle, atasözü, destan, masal, hikâye, efsane,
fıkra, ninni, türkü, bilmece, mani, ağıt gibi söyleyenini genellikle
belirleyemediğimiz sözlü ürünler "anonim halk edebiyatı" adı altında
toplanmaktadır.
Tamamen sözlü bir edebiyattır. Ürünler sözlü yolla oluşur; yine ağızdan ağıza
aktarılarak yayılır.
Âşık Tarzı Türk Edebiyatı
Şiirini, aşk, doğa, kahramanlık gibi konularda, sazıyla birlikte söyleyen
şairlere İslâm’dan önce “ozan”, “baksı”, “kam” denilirken, İslâm’ın kabulünden
sonra “âşık” ya da “saz şairi” denmiştir. Âşık, bir yönüyle eski destan (epope)
geleneği sürdüren, ama başka bir yönüyle, adının da belirttiği gibi “sevda
şiirleri” (lirik türden şiirler) söylemekle görevlenmiş bir sanatçıdır.
Bu âşıkların oluşturduğu edebiyata da “âşık tarzı Türk edebiyatı” denir.
Âşık tarzı Türk edebiyatı (şiiri), Anadolu’da XVI. yy.dan sonra -daha önce de
var olmasına rağmen- anonim halk şiirinin etkisinde gelişen ve saz şairlerinin
meydana getirdiği bir edebiyattır.
Önceleri anonim halk şiirinin etkisinde ve dili sade iken zamanla klâsik şiirin
etkisine girmeye başlamış ve dili de buna paralel olarak kısmen sadeliğini
kaybetmiştir.
Âşık edebiyatı şiirden ibarettir. Bu şiir din dışı bir şiirdir; âşık da denilen
şairlerin kopuz, bağlama, cura, tambura eşliğinde söyledikleri sözlü-besteli
edebiyat türüdür.
Gelişme alanları arasında kahvehaneler, asker ocakları, kervansaraylar,
bozahaneler, tekkeler, konaklar vardır.
Halk âşığı sözünün yerine "halk ozanı" ifadesi de kullanılır. Halk âşıkları
hemen her konuda sayısız eserler bırakmışlardır. Bu ürünlerin önemli bir bölümü
okuma yazma bilmeyen âşıklarca irticalen söylendiği için unutulmuş bir bölümü de
cönklerle, yazılı olarak korunmuştur.
Âşık, Türk Halk Edebiyatında XVI. yy’ın başından itibaren görülen şair tipidir.
Âşığın şairlik gücünü rüyasında pirin sunduğu “aşk badesini” içmekle ve
“sevgilisinin hayalini” görmekle kazandığına inanılır. Rüyada genellikle âşık
adayının karşısına bir sevgili veya saz çıkmaktadır. Rüyaların süsü ak sakallı
bir derviş ve bazen bir bazen üç dolu bardaktır. Bardağın rüyada tas hâlinde
görülmesine de sık sık rastlanır. Ozanlara rüyada sunulan tasların içindeki
mayilere “aşk dolusu” denir. Fars Edebiyatı’nın etkisiyle bâde adını da
almaktadır. Bunlar; erlik, pirlik ve aşk badesi diye adlandırılırlar.
Âşıklar, saz şairliğini usta âşıkların yanında öğrenir, sonra onlardan mahlâs
alarak diyar diyar gezmeye, ellerinde saz şiirler söylemeye başlarlar.
Âşıklarımız genellikle bir usta âşığın yanında yetişirler. Ondan hem usta
deyişlerini hem de sanatın icrasına ilişkin yol ve yöntemleri öğrenirler. Âşık
meclislerinde, kahvelerde bu ustaların sanatlarını icra ediş biçimlerini
yeterince kavradıktan sonra, ustalaşan ozanlarda kendilerine çırak alırlar ve
gelenek bu şekilde devam eder.
Âşık, bilgi, duygu ve becerisini yaptığı atışmalarda gösterir. Atışmalardaki
amaç; yarışmak ve kazanmaktır. Atışmalarda en az iki âşık karşı karşıya gelir.
Mecliste bulunan saygın bir kişinin ya da usta bir ozanın ayak söylemesiyle
atışma başlar. Ayağa uygun dörtlük söyleyemeyen âşığın yenilgisiyle atışma sona
erer.
Âşık Edebiyatının başlıca unsurlarından birisini hikâye anlatma oluşturur. Saz
şairleri içerisinde geleneğe bağlı olanların çoğu âşık meclislerinde hikâye
anlatırlar. Bir kısım usta saz şairleri ise, bir yandan usta malı halk
hikâyeleri anlatırken bir yandan da kendi düzdükleri hikâyeleri anlatırlar.
Çıldırlı Âşık Şenlik, Ercişli Emrah, Sabit Müdami geleneğe bu yanıyla katkıda
bulunmuş saz şairleridir.
Tunguzların, “şaman”; Moğolların ve Boryatların “bo” veya “bugue”; Yakutların
“oyun” (ouioun); Altay Türklerinin “kam”; Samoyetlerin “tadibei”; Finovaların
“tietoejoe” (bakıcı); Kırgızların “baksı/bakşı”, Oğuzların “ozan” dedikleri ve
halk arasında büyük bir yer ve ehemmiyetleri olan bu temsilciler, toplumun yaşam
biçimlerini düşünce ve duygularını, olaylara bakış açılarını şiirleriyle dile
getirmişlerdir.
Aşıklık geleneği Anadolu coğrafyasında bugün de canlı olarak yaşatılmaktadır.
Âşık tarzı Türk şirinin nazım şekil ve türleri şunlardır:
Şekiller: koşma, semai, varsağı, destan.
Türler: güzelleme, koçaklama, taşlama, ağıt.
Âşık edebiyatının önemli temsilcileri:
13. yy: Yunus Emre
16. yy: Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal,
17. yy: Köroğlu, Âşık Ömer, Gevherî, Kayıkçı Kul Mustafa, Ercişli Emrah
19. yy: Dadaloğlu, Dertli, Erzurumlu Emrah, Batburtlu Zihni, Seyrani, Ruhsati...
20. yy: Âşık Veysel, Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Sefil Selimi...
Günümüz Halk Edebiyatı
Genel Özellikler
Türk halk edebiyatı Anadolu’da 13. yy.da Yunus Emre’yle ve 14. yy.da yazıya
geçirilen Dede Korkut Hikâyeleri’yle ilk olgun ürünlerine vermeye başlamıştır.
Anadolu’da “ozan”ın ve “kopuz”un yerini “âşık” ve “bağlama” almıştır.
Baştan beri anonim olarak süregelen halk edebiyatı özellikle 15. yy.dan itibaren
hem anonim hem de kişisel ürünlerle gelişmesini sürdürmüştür. Son dönem Türk
halk edebiyatı sadece kişisel ürünlerle kendini göstermektedir.
Şehirde yaşayan eski halk şairleri divan şiirinden de etkilenmiş, günümüz halk
şairleri ise konu ve tema bakımından şiiri daha da genişletmişleridir.
Şekil bakımından halk şiirinde değişiklik görülmez; muhteva ise değişen zamanın
ve diğer edebiyat dallarının tesiriyle çağdaşlaşmıştır. Buna rağmen mazmunlar,
sıfatlar, dertler, sevinçler aynıdır.
Âşık Veysel, Ali İzzet Özkan, Talibî Coşkun, Erzurumlu yaşar Reyhanî, Şeref
Taşlıova, Karslı Murat Çobanoğlu günümüz halk şiirinin başlıca temsilcileridir.
Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı
Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatı İslâmiyet’in ve Tasavvufun etkisiyle ortaya
çıkmıştır.
İslâmiyet’in kökleşip yayılmasında büyük etkisi olan tasavvuf, zamanla edebî
eserlerde de işlenmiş, din ve tasavvuf, edebiyat aracılığıyla yayılmaya
çalışılmıştır.
Tasavvuf, fizik ötesi gerçekleri, insanı, insanlığı ve evreni kapsayan bir
düşünce düzeni, bir din felsefesidir. Kalbi dünya alâkalarından ayırarak, Allah
sevgisiyle doldurmayı amaçlayan tasavvuf, bir düşünüş ve inanç sistemidir.
İçinde yaşadığımız âlemin esrarı nedir? Niçin yaşıyoruz? Niçin geldik bu
dünyaya? Biz neyiz? Yaşamanın anlamı, var olmanın aslı, gerçek başlangıç ve son
nelerdir? İşte tasavvuf bu sorulara cevap vermeye çalışır.
Tasavvufa göre her şeyin kaynağı Tanrı’dır. Evrenin varlığı Tanrı’nın
güzelliğinin yansımasıdır. Tanrı tek güzelliktir ve tek varlıktır. İnsanlar da
Tanrı’nın birer parçasıdır. İnsan yaratılmakla, dünyaya gönderilmekle aslında
gurbete gönderilmiştir. Herkes ona kavuşmak için çalışmalıdır. O’na kavuşmak
için çabalayanlara ve O’nun mutlak ve eşsiz güzelliğine hayran olanlara âşık
denir. Mutasavvıf ise âşık olmanın yanı sıra, tasavvuf felsefesini yazı ve
şiirlerinde işleyen, insanlara tasavvufu, dolayısıyla insan ve Allah sevgisini
aşılayan kişilerdir.
Bunlardan Hoca Ahmet Yesevî (Öl.1167), Anadolu Türklerinin geliştirdiği tasavvuf
edebiyatının ilham kaynağıdır. Onun Divan-ı Hikmet adlı tasavvufî eseriyle ve
Orta Asya’dan Anadolu’ya gönderdiği öğrencileriyle Türk Tasavvuf edebiyatının
XIII. yy.da temelleri atılmıştır. Bu edebiyat, Bektaşîlik tarikatiyle gelişmiş,
Yunus Emre ile en mükemmel anlatım yeteneğine ulaşmıştır.
Yunus Emre’yi bu kadar üne kavuşturan bir başka özellik de dinî-tasavvufî
konuları ayrımsız bir insan sevgisiyle anlatmış olmasıdır. XIII asrın ikinci
yarısıyla XIV. Asrın başlarında yaşamış olan Yunus Emre, şiirde çığır açmış
büyük sufî ve şairdir. Yunus Emre; Divan, Aşık, Tekke ve Tasavvuf Edebiyat
tarzlarının her üçünde de etkili olmuştur. Eserlerini sade bir dille söylemiş,
hem heceyi hem aruzu kullanmış, lirik şiirin en güzel örneklerini vermiştir.
Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatına Tekke edebiyatı da denir.
Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatında asıl olan sanat yapmak değil, dinî-yazavvufî
düşünceyi yaymaktır. Şair, mensup olduğu tarikatin düşünce sistemini,
felsefesini yaymak için şiiri bir araç olarak kullanmıştır. Bunda anonim halk
edebiyatının büyük etkisi olmuştur.
Tekke şairlerinin çoğu tarikatlerde yetişmiş şeyh ve dervişlerdir. Onlar dinî
inançları yasaklama ve korkutma yöntemiyle değil, insanı, Allah’ı, tabiatı,
cenneti vb. sevdirmekle yaymışlardır.
Tekke şiir, halk şiirinden de divan şiirinden de nazım şekilleri almıştır.
Hem aruz hem hece vezni kullanılmıştır.
Dil sadedir, çünkü halka yöneliktir.
Önemli temsilcileri:
13. yy: Mevlânâ, Sultan Veled, Yunus Emre (Divan, Risaletün-nushiye)
14. yy: Âşık Paşa
15. yy: Süleyman Çelebi, Hacı Bayram Veli, Eşrefoğlu Rumî
16. yy: Pir Sultan Abdal
C. Klâsik Türk Edebiyatı
Divan Edebiyatı başlangıçta iki yabancı gelenek olan Arap-Fars (özellikle Fars)
edebiyatları geleneğine dayanarak kurulmuş, zaman içinde taklidi aşan Osmanlı
terkibi ve üslûbuna ulaşarak millî edebiyat hüviyetini kazanmıştır.
Klâsik Türk edebiyatı gibi Batı tesirinde gelişen Türk edebiyatı da zamanla
kendi benliğini kazanmıştır. Doğuş ve gelişme serüvenleri birbirine benzer.
İslâmîyet’in yerleşmesi sürecinde oluşmaya başlayan bir edebiyattır. Bundan
dolayı konuları arasında din, Allah, peygamber, tasavvuf vb. önemli bir yer
tutar.
13-19. yüzyıllar arasında ürün
veren bu edebiyata şairlerinin şiirlerini “divan” adı verilen yazmalarda
toplamaları dolayısıyla Divan edebiyatı denir.
Bu edebiyat, medrese kültürüyle yetişen aydın şairlerin Arap ve İran edebiyatını
örnek alarak oluşturdukları klâsik bir edebiyattır. Zamanla bu taklit sona
ererek özgünlük yakalanmıştır.
Klâsik Türk edebiyatı, eski Türk edebiyatı, yüksek zümre edebiyatı diye de
adlandırılır.
Aydın tabaka, yüksek zümre edebiyatı denmesinin sebebi bu edebiyatı yapanların
ve ona ilgi gösterenlerin seçkin çevrelerden oluşu olarak gösterilir. Bu bir
iddiadan öteye gitmiş değildir.
Klâsik edebiyatta nesirden çok nazım önemlidir. Nesirde de nazım unsurları
(seci, ahenk vb) kullanılmıştır. Nesirdeki dil nazma göre daha anlaşılmazdır.
Bu edebiyatta şekil ve muhteva bakımından belirli kalıplar vardır: güzellik
anlayışı, mecazlar...
Tezkireler, şairlerin hayatlarını anlatan ve şiirlerinden örnekler veren eserler
olarak bu edebiyatın tarihinin ve başarısının vesikalarıdır.
Divan Şiirinin Başlıca Özellikleri
Divan şiirinin kökleri İslâm öncesi Arap şiirine dayanır.
Bu şiir tarzı İslâmiyet’ten sonra, bu dine giren çeşitli milletlerin katkısı ile
önce Arapçada, daha sonra Farsça ile Doğu ve Batı Türkçelerinde, en sonra da
Hint Müslümanlarının yazı dili olan Urducada gelişmiştir.
Nazım birimi genel olarak “beyit”tir. Dört ve daha fazla dizeden oluşan bentler
de kullanılmıştır.
Ölçü aruz ölçüsüdür. Son zamanlarında az da olsa hece kullanılmıştır.
Tuyuğ ve şarkı hariç bütün nazım şekil ve türleri Fars edebiyatı aracılığıyla
Arap edebiyatından alınmıştır.
Kelime ve kelime grupları yönünden Arapça ve Farsçadan oldukça çok
etkilenmiştir. Süslü, sanatlı ve ağır bir dil kullanmışlardır.
Redif ve kafiyeye önem verilmiştir. Göz için kafiye esastır, tam ve zengin
kafiye kullanılmıştır.
Şiirlerin (kasideler ve mesneviler hariç) belli bir adı yoktur. Şiirin sonunda
şairin mahlası (takma adı) geçer.
Nazım şekil ve türleri kesin sınırlarla birbirinden ayrılmıştır.
Şiirlerde genellikle konu bütünlüğü olmadığı gibi bütün güzelliğine değil parça
güzelliğine önem verilir. Kısmen kasidede ama özellikle mesnevilerde konu
bütünlüğü vardır.
Sanat için sanat ön plândadır.
Anlam da söyleyiş de son derece önemlidir. Bu yüzden söz sanatları bolca
kullanılmıştır.
Konular genellikle gerçek hayattan uzaktır. Aşk, sevgili, ölüm, ıstırap, şarap,
övgü ve din gibi konular en çok işlenen konulardır. Soyut konular işlenir.
Duygu ve düşünceler, kalıplaşmış “mazmun”larla anlatılır. Fikirler ve duygular
neredeyse ortaktır. Boyun servi; kaşı keman; çenenin elma; ağzın nokta oluşu her
şairde aynıdır.
Divan şairlerinin müstakil dünya görüşleri ve felsefeleri yoktur. Hepsi aynı
fikirleri değişik bir biçimde söylemişlerdir.
Divan şairleri Fars edebiyatının üstatlarına yetişmeyi hedefleyip zamanla onları
geçtikleri gibi birbirlerine de benzemeye çalışmışlardır. Bundan dolayı
nazirecilik geleneği oluşmuştur.
Şairin kişiliğini ve büyüklüğünü, söyleyiş orijinalliği ve güzelliği sağlar.
Divan şairi daima aşıktır. Bu aşk onulmaz dert olmakla beraber şair bu dertten
memnundur, onlara göre bu derdin dermanı gene bu derdin kendisidir. Hatta
zamanla beşerî aşk yerini Allah aşkına bırakır. Bu sebeple âşık mecazî
sevgilisine kavuşmak istemez.
En başarılı ve tanınmış divan şairleri Baki, Fuzuli, Nedim ve Nefi'dir.
Divan Nesri
Divan edebiyatında nesre inşa, nesir yazana münşi, nesirlerin toplandığı
eserlere münşeat denir. Nesir türündeki eserler; tarihler, münşeat, tezkireler;
ilmî, dinî ve ahlâkî eserlerdir.
Divan nesri üç bölümde incelenir:
Sade Nesir
Halk için yazılan sade anlatımlı nesirlerdir.
Bu nesirle halka yönelik masal, efsane, öykü, destan, dinî ve tasavvufî konular
anlatılır.
Aşıkpaşazade Tarihi, Mercimek Ahmet’in Kabusname’si, Kul Mesut’un Kelile ve
Dimne çevirisi, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si bu nesrin önemli örnekleridir.
Orta Nesir
Tarih ve bilim kitaplarında gördüğümüz nesirdir. Ustalık göstermek amacı
güdülmediği hâlde dili sade nesirden ağırdır. Katip Çelebi’nin bazı eserleri ve
Naima’nın kendi adıyla anılan tarihi bu nesre örnektir.
Süslü ve Sanatlı Nesir
Seciler (düz yazıda kafiye), söz ve anlam sanatları, bağlaçlarla uzayıp giden
cümleler bu nesrin ayırıcı özelliğidir.
Dili, yabancı söz ve tamlamalarla yüklüdür.
Sanatçı bu nesirle ustalığı göstermeye çalışır.
Süslü nesir, ahlâk ve felsefe konularını işler ve bazı mektuplarda görülür.
Sinan Paşa’nın Tazarruname’siyle Veysî ve Nergisî’nin nesirleri bu türün
örnekleridir.
Nesir Türleri:
Münşeat: Mektuplar ve düzyazı örnekleri.
Tarih: Tarihî olayları anlatan eserler. Örn: Naima, Neşrî...
Siyer: Peygamberimizin hayatı ve savaşları.
Tezkire: Çeşitli sınıftan meşhur insanların, özelikle şairlerin
biyografileri. Örn: Ali Şir Nevai, Mecalisün-nefais; Lâtifî, Tezkire; Sehî,
Tezkire; Kınalızade Hasan Çelebi, Tezkiretüş-şuara...
Surname: Büyük düğün törenleri.
Gazavatname: Çeşitli kahramanların savaşları.
Seyahatname: Gezi yazıları Örn: Evliya Çelebi, Seyahatname (17. yy.).
Hilye: Peygamberimizin iç ve dış özellikleri.
Yüzyıllara göre Divan edebiyatı
13. yy
Hoca Dehhanî
İlk divan şairi olarak kabul edilir.
Din dışı konularda ve lirik şiirler yazmıştır. Aşk en önemli temadır.
Sultan Veled
Mevlevilik tarikatinin kurucusu ve Mevlânâ’nın oğludur.
Şeyyad Hamza
Lirik şiirleriyle tanınır.
14. yy.
Ahmedî
Din dışı ve şiirleri vardır.
Divan şiirinin ilk başarılı şairi kabul edilir.
Eserleri: Cemşid ü Hurşid (mesnevî), İskendername (mesnevî), Divan...
Nesimi
Tasavvufî ve lirik şiirleriyle, özellikle tuyuğlarıyla tanınır. Şiirleri coşkulu
ve akıcıdır.
Azerî Türkçesi ile yazmıştır.
Sonraki şairleri de etkilemiştir.
Divanı vardır.
Âşık Paşa
Garipname’si meşhurdur.
15. yy.
Şeyhî
Harname adlı mesnevisi ünlüdür. Mesnevi hiciv türündedir. Hüsrev ü Şirin adlı
bir mesnevisi daha vardır.
Bir gazel şairidir.
Asıl mesleği hekimliktir.
Süleyman Çelebi
Mevlid’i ünlüdür.
Necatî Bey
Ahmet Paşa
Ali Şir Nevaî
Çağatay şairidir. Eserlerini Çağatay Türkçesi ile yazmıştır.
Lirik şiirleri vardır.
Çok sayıda eser vermiş önemli bir şairdir. Otuza yakın eseri vardır.
Edebiyatımızdaki ilk şairler tezkiresi olan (biyografi) Mecalisü’n-Nefais ona
aittir.
Hamse’si de ünlüdür.
Muhakemetül-lûgateyn adlı eseri ünlüdür. Eserde Türkçe ile Farsçayı
karşılaştırarak Türkçeyi üstün tutmuştur. Eseri, o dönemde Türkçenin ikinci
plâna itilmesine tepki olarak ve yeni yetişen şairlere Türkçenin de üstün bir
şiir dili olduğunu kanıtlamak için yazmıştır.
16. yy.
Bakî (1526-1600)
Divan şiirinin üstatlarındandır.
Kanunî döneminin ihtişamı onun şiirlerine de yansımıştır.
İyi bir medrese eğitimi almıştır.
Çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır. Kadılık görevlerinde bulunmuştur.
Çok istediği şeyhülislâmlık mertebesine gelememiştir.
Rindane gazel şairidir. Dünya zevkini, hayattan kâm almayı prensip edinmiştir.
Daha çok din dışı konuları işlemiştir. Aşk, tabiat, devrin zenginliği
şiirlerinin konularıdır.
Şiirlerinde tasavvufa da yer vermiştir.
Ahenkli bir dili vardır. söyleyişe önem vermiştir.
Söz sanatlarını da başarıyla kullanmıştır.
Sultanuş-şuara unvanını kazanan şair, divan şiirini İran şiiri seviyesine
yükseltenlerdendir.
Divanının yanı sıra başka eserleri, nesirleri de vardır.
Kanunî Mersiyesi meşhurdur.
Fuzulî (1495-1556)
Divan edebiyatının en büyük şairi olarak kabul edilir.
O bir gazel şairidir.
Bağdatlıdır. Kerbelâ’da yaşamış, türbedarlık yapmıştır. Hayatı sıkıntılar içinde
geçmiştir.
İyi bir eğitim görmüş, Arap ve Fars dillerini öğrenmiştir.
Şiirlerini Âzerî Türkçesi ile yazmıştır.
Tasavvuf ve aşk şiirinin vazgeçilmez konularıdır.
Onun aşkı mecazî aşk değil hakikî aşktır. Mecazî aşkı -tasavvuf anlayışına uygun
olarak- hakikî aşka bir köprü olarak kullanmıştır. Aşk acısından hoşnuttur.
Derman istemez. Kavuşmayı da istemez. Çünkü bilir ki derman ve kavuşma aşkı
bitirecektir.
Istırabın yanında rintlik de vardır şiirlerinde.
Fuzulî ilme çok önem verir. İlimsiz şiirin temelsiz duvara benzediğine inanır.
Mesnevi dalında da Leylâ vü Mecnun’u meşhurdur. Leylâ ile Mecnun aşkını en içli
bu eser dile getirmiştir denilebilir. Eser daha sonra yazılan ve aynı adı
taşıyan eserlere örnek ve esin kaynağı olmuştur.
Şikâyetname, onun hiciv türünde yazdığı bir mektuptur. Türk edebiyatında hicve
de mektuba da önemli bir örnektir.
Eserleriyle sonraki divan ve bazı halk şairlerine önderlik etmiştir.
Türkçe ve Farsça divanının yanında Leylâ vü Mecnun (mesnevi), Hadikatüs-süeda,
Beng ü Bade, Şikâyetname, Sakîname (Heft Cam), Tercüme-i Hadis-i Erbain, Rind ü
Zahid, Sıhhat ü Maraz, Muamma Risalesi, Matlaul-itikad, adlı eserleri ve Türkçe
mektupları vardır.
Bağdatlı Ruhî
Sosyal aksaklıkları işleyen Terkib-i Bend’i en önemli eseridir.
17. yy.
Nef’î (1575-1633)
Erzurum doğumludur.
İyi bir medrese eğitimi almıştır.
Şiirde sözün gücüne, yani şairaneliğe önem vermiştir. Ona göre söyleyiş ve ses
unsuru son derece önemlidir.
Dili oldukça ağırdır. Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaları fazlaca
kullanmıştır. Fakat dili akıcıdır.
Divan edebiyatının en önemli kaside şairidir. Şöhretini kasideleri ile sağlamış,
şairaneliğini kasideleriyle ortaya koymuş, kendini en mübalâğalı şekilde
kasidelerinde övmüştür.
Ölçü tanımayan bir şairdir. Överken göklere çıkarır, yerdiğinde de adeta yerin
dibine geçirir.
En önemli eseri divanıdır. Siham-ı Kaza eserinde hicivlerini toplamıştır.
Nabî
Hikemî şiirin öncüsüdür. Didaktik şiirleriyle ünlüdür. Yaşadığı dönemin
(gerileme dönemi) etkisiyle toplumun aksayan yönlerinden hareketle öğüt verici
şiirler yazmıştır.
Hayrabat ve Hayriye mesnevileriyle divanı vardır.
18. yy.
Nedim (1680-1730)
“Haddeden geçmiş nezaket yâl ü bal olmuş sana
Mey süzülmüş şişeden ruhsar-ı al olmuş sana”
Lâle devri şairidir.
Bir gazel şairidir. Şarkıda da en önemli isim odur.
Devrin zevkini ve eğlencesini şiirlerinde işlemiştir.
Şiirlerinde zevk, safa, çapkınlık (seviyeli), nükte, zarafet, aşk, şarap,
tabiat, neşe ve musikî bir aradadır. Dinî konulara hiç yer vermemiştir.
Şiirde divan edebiyatının katı kurallarının dışına çıkarak mahallileşme
cereyanını başlatmıştır. Şiire halk ruhunu, deyimlerini, zevkini, coşkusunu,
İstanbul’u ve İstanbul Türkçesini şiirlerine yansıtmıştır.
Dili yalın, açık, ahenkli ve akıcıdır.
Söz sanatlarını da başarıyla kullanmıştır.
En önemli eseri divanıdır.
Şeyh Galip (1757-1799)
Divan edebiyatının son büyük üstadıdır.
Mevlevî şeyhlerindendir.
Dili süslü ve ağırdır.
Şiirlerinde musiki önemlidir.
Sebk-i Hindî tarzının temsilcisidir.
Başlıca eserleri divanı ve sembolik bir aşk hikâyesi olan Hüsn ü Aşk’ıdır.
Hüsn ü Aşk tasavvufî bir eserdir. Devir nazariyesini, Allah aşkını, tarikat
felsefesini bu eserinde işlemiştir. Hüsn-i mutlak olan Allah’ı ve onun
güzelliğini bulma yolundaki âşığın başına gelebilecekleri anlatmıştır
III. BATI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI (19. yy- )
Çağdaş Türk Edebiyatı, Osmanlı Devleti’nin gerilemesinin hızlandığı, yapılan
yeniliklerin başarıya ulaşamadığı, batıya yönelme gereğinin duyulduğu bir
zamanda, yani 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilân edilmesiyle başlayan
medeniyet ve kültür değişikliği ve bu değişikliğin dayandığı Batılılaşma
olgusunun belirlediği bir gelişim sürecinde değerlendirilebilir.
19. yüzyılda Türk edebiyatı, batılılaşma hareketine bağlı olarak roman,
hikâye, tiyatro gibi yeni türlerin denenmesiyle çağdaş bir çizgiye girdi.
Türk edebiyatının yönü batı düşüncesinin temel alınması sonucu değişti.
Batıyla ilişkiler, aydınların bir batı dilini öğrenmeleri, batı
edebiyatından yapılan çeviriler, batıdaki fikir akımları ile tanışma bir
kültür ve medeniyet değişimini gündeme getirdi. Sosyal, ekonomik ve siyasî
hayatta meydana gelen değişiklikler edebiyata da yansıdı, Cumhuriyetin
kuruluşuna kadar arayışlar devam etti.
1. Tanzimat Devri Türk Edebiyatı
Tanzimat Fermanı ile beraber edebiyatta da batıya yönelme başlar.
Tanzimat dönemi edebiyatının kesin olmamakla birlikte başlangıç tarihi
olarak 1860 gösterilebilir. Bu tarih, Tercüman-ı Ahval’in yayımlanmaya
başlayış tarihidir.
Bu dönemde batı edebiyatlarından birçok yeni tür ve şekiller alınmış;
önceleri çevirme, sonraları taklit ve telif etmek suretinde bu türlerde
eserler verilmiştir.
Tanzimat Edebiyatının temsilcilerinin amacı batı örneğine göre bir edebiyat
yaratmak ve batı hayatını tanıtmak olduğu için, sanatçıların hepsi edebiyat
türlerinin romandan şiire kadar en az bir kaçı ile örnekler yazmışlardır. Bu
dönemde telif eserler yanında çok sayıda tercüme ve adapte eser de Türk
Edebiyatına dahil edilmiştir.
Bu dönemde yapılan yenilikler ve alınan türler şunlardır.
Gazete
Bir yayın organı olarak 1831’de çıkmaya başlayan Takvim-i Vakayi, resmî bir
gazete idi.
Daha sonra yarı resmî olarak 1840’ta İngiliz Churchill tarafından Ceride-i
Havadis çıkarıldı.
İlk edebî ve özel gazete ise 1860 yılında Şinasî ve Âgâh Efendiler
tarafından çıkarılan Tercüman-ı Ahvaldir.
Daha sonra Şinasî, 1862’de Tasvir-i Efkâr’ı çıkarmaya başlar.
Bunların dışında Muhbir (1866), Hürriyet (1867), Basiret (1869), İbret
(1871), Devir (1872), Bedir (1872) gazeteleri çıkar.
Hikâye ve Roman
Türk edebiyatı romanla ilk defa 1859’da karşılaşır. Yusuf Kâmil Paşa
Fenolen’in Telemak (Telemaque) adlı romanını tercüme eder.
İlk yerli roman Şemsettin Sami’nin Taşşuk-ı Talât ve Fıtnat (1872)’ıdır.
İlk hikâye Ahmet Mithat Efendi’nin Letaif-i Rivayet’idir.
Tiyatro
İlk tiyatro Şinasi’nin Şair Evlenmesi adlı, iki perdelik, komedi türündeki
eseridir. Eserde görücü usulü ile yapılan evliliklere gönderme yapılır.
Şiir
Tanzimat döneminde en önemli yenilik şiirde görülür.
Şekil olarak divan şiirine bağlı kalınmış, fakat konu bakımından hem eski
terk edilmiş hem de oldukça yeni ve çeşitli konular işlenmiştir.
Aruz ölçüsünün yanında az da olsa hece kullanılmıştır.
Gazel, kaside, terkib-i bent gibi şekiller kullanılarak hak. Adaler, kanun,
medeniyet, eşitlik hürriyet kavramları işlenmiştir.
Tanzimat yazar ve şairleri hem yaşadıkları dönem hem de -daha önemlisi-
edebiyata bakış açıları ve işledikleri konular bakımından iki gruba ayrılır:
a. Birinci Dönem (1860-1876 arası)
1860-1876 yılları arasında Tanzimat edebiyatının birinci dönem temsilcileri
Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami ve Ahmet
Vefik Paşa'dır.
Bu dönemde sanat toplum içindir görüşü benimsenmiştir.
Bu sebeple şiirde söyleyişe değil fikre önem verilmiştir.
Dilde sadeleşme fikri savunulmuş ama uygulanamamıştır.
Hece vezni ve halk edebiyatı da savunulmuş ama sözde kalmıştır.
Divan edebiyatına tümden karşı çıkılmış ve ağır bir dille eleştirilmiştir.
Fransız edebiyatı örnek alınarak romantizmden etkilenilmiştir.
Roman, tiyatro, makale gibi batıdan alınan türler ilk defa bu dönemde
kullanılmıştır.
Noktalama işaretleri de ilk defa bu dönemde kullanılmıştır.
Kölelik ve cariyelik, romanlarda sıkça işlenmiştir.
Romanlar teknik bakımdan oldukça zayıftır. Yer yer olayların akışı kesilerek
okuyucuya bilgiler verilmiştir, uzun uzun tasvirler yapılmış, tesadüflere
sıkça yer verilmiştir.
Edebiyatçılar edebiyatın yanında devlet işleriyle, siyasetle de bilfiil
ilgilenmişlerdir.
Dönemin edebiyatçıları
Şinasi (1826-1871)
Türk edebiyatında yeniliklerin öncüsüdür.
1860’ta Tercüman-ı Ahval’i (ilk özel gazete), 1862’de Tasvir-i Efkâr’ı
çıkardı.
İlk makaleyi (Tercüman-ı Ahval mukaddimesi), ilk piyesi (Şair Evlenmesi) o
yazdı.
Noktalama işaretlerini de ilk defa o kullandı.
La Fontaine’den fabllar tercüme etti.
Lamartin’den de manzum çevirileri vardır. İlk şiir çevirilerini de o yaptı.
Nesirlerinde dili sade; şiirlerine ise ağırdır.
Tanzimat Fermanı’nı ilân eden Mustafa Reşit Paşa için yazdığı iki kasidesi
ünlüdür. Bu kasidelerdeki övgüleri divan şiirindekinden daha abartılıdır.
O, başarılı bir şair ve yazar olmamasına rağmen batı edebiyatından alınan
yeni türlerle edebiyatımızın batılılaşmasında en çok onun emeği vardır.
Eserleri:
Şair Evlenmesi (Piyes; edebiyatımızdaki ilk tiyatro eseri),
Müntehabat-ı Eşar (Şiir),
Divan-ı Şinasi (Şiir),
Durub-ı Emsal-i Osmaniye (ilk ata sözleri kitabı),
Tercüme-i Manzume (çeviri şiirler)
Ziya Paşa (1829-1880)
Doğu kültürüyle yetişmiş, sonradan batı edebiyatına yönelmiştir.
Fikren yenilikçi olmasına rağmen eserlerinde eskiyi, divan şiiri geleneğini
devam ettirmiş, gazel ve kasideler yazmıştır.
En meşhur terkib-i bent ve terci-i bent şairimizdir.
Harabat adlı bir divan şiiri antolojisi vardır. Daha önce “Şiir ve İnşa”da
divan şiirinin bizim şiirimiz olmadığını, asıl şiirimizin halk şiiri
olduğunu söyleyen şair, eski şiir geleneğini sürdürmüş, Harabat’ta âşık
şiirini eleştirmiştir. Bunun yanında sade dilden yanadır, ama kendisi ağır
bir dil kullanır. Bu onun içinde bulunduğu bir ikilemdir. Hem eskiyi
eleştirmekte hem de geleneği devam ettirmektedir.
Eserleri:
Harabat: Divan Şiiri antolojisi.
Külliyat-ı Ziya Paşa/Eş’ar-ı Ziya: Divan şiiri tarzındaki şiirleri (gazel,
kaside ve şarkılar)
Terkib-i Bent, Terci-i Bent: Bugün dahi dillerden düşmeyen beyitleri vardır.
Zafername: Hiciv türünde bir kasidedir. Âlî Paşa’yı yermek için yazmıştır.
Rüya: Mensur.
Defter-i Âmal: Hatıraları.
Namık Kemal (1840-1888)
Tanzimat edebiyatının en hareketli ve heyecanlı ismidir.
Vatan şairi olarak tanınır. Şiirlerinden çok nesirleri ile tanınır.
Edebiyatta hürriyet kavramını ilk kullanan şairdir. Şiirlerinde “hürriyet,
vatan, kanun, hak, adalet” kavramlarını işlemiştir. Hürriyet Kasidesi, Vatan
Şarkısı ve Vatan Mersiyesi bu konuları içerir.
Namık Kemal de eski kültürle yetişmiş, divan şiiri eğitimi almış, gazeller,
kasideler yazmıştır.
Fakat o da sonradan divan edebiyatını eleştirmiştir. Ziya Paşa’nın
Harabat’ına karşı Tahrib-i Harabat’ı yazarak eskiye olan tepkisini ortaya
koymuştur.
Şinasi’nin kurduğu Tasvir-i Efkâr’ı, Şinasi Paris’e kaçınca Namık Kemal
çıkarmaya başladı. Daha sonra kendisi de Ziya Paşa ile Paris’e kaçarak orada
Hürriyet gazetesini çıkardı. İstanbul'a döndükten sonra İbret gazetesini
çıkardı.
Eserlerinde romantizmin etkisi görülür.
Tiyatroyu faydalı bir eğlence olarak görmüştür.
Eserleri:
İntibah: İlk edebî roman.
Cezmi: İlk tarihî roman.
Tahrib-i Harabat, Takip: İlk edebî eleştiri. Ziya Paşa’nın Harabat’ını
eleştirmek için yazmıştır.
Renan Müdafaanamesi: İlk eleştiri.
Vatan Yahut Silistre: oyun
Celâlettin Harzemşah: oyun.
Gülnihal: oyun. Onun en başarılı tiyatro eseridir.
Âkif Bey: oyun
Zavallı Çocuk: oyun
Kara Belâ: oyun
Osmanlı Tarihi, Kanije Muhasarası, İslâm Tarihi: tarih
Ahmet Mithat Efendi (1844-1912)
Edebiyat, tarih, coğrafya, ziraat, iktisat alanlarında eserler
vermiştir.
Edebiyat yapmak için değil, okuma zevki aşılamak ve halkı eğitmek gayesiyle
yazmıştır.
En velût yazarımız odur. Yazı makinesi olarak bilinir.
Asıl ilgi alanları, gazetecilik, romancılık ve hikâyeciliktir.
Otuz altısı roman olmak üzere iki yüze yakın eseri vardır. Romanları tür
bakımından çeşitlilik gösterir: macera, aşk, polisiye, tarih...
Dili sadedir, çünkü eser vermekteki amacı halkı eğitmektir. Hatta
romanlarında olayın akışını keserek okuyucuya bilgiler de vermiştir.
Eserleri:
Romanları: Hasan Mellâh, Hüseyin Fellâh, Felâtun Bey’le Rakım Efendi,
Paris’te Bir Türk, Yeniçeriler...
Çıkardığı gazeteler: Bedir, Devir, Tercüman-ı Hakikat
Hikâyeleri: Letaif-i Rivayet
Şemsettin Sami (1850-1904)
Dil alanındaki eserleri ile tanınır.
Kamus-ı Türkî adlı sözlüğü edebiyat ve dil alanında en önemli eserlerdendir.
Kamus-ı Arabî ve Kamus-ı Fransevî: Diğer sözcükleri
Kamusul-a’lâm: Ansiklopedik sözlük
Sefiller: Hugo’dan çeviri.
Robenson Cruose: çeviri roman
Ahmet Vefik Paşa (1823-1891)
Milliyetçilik ve Türkçülük akımının en önemli isimlerindendir.
Tiyatro uyarlamaları ve çevirileri vardır.
Bursa’da bir tiyatro yaptırmış, burada tercüme ettiği eserleri
sahnelettirmiş, halkı
tiyatroya gitme konusunda
yönlendirmiştir.
Moliere’in hemen hemen bütün eserlerini çevirmiştir.
Tarih ve dil alanında da eserleri vardır. Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i
Türk’ünü Çağataycadan çevirmiştir.
Lehçe-i Osmanî: sözlük
Atalar Sözü: ata sözleri mecmuası
Hikmet-i Tarih ve Fezleke-i Tarih-i Osmanî adlı, tarihle ilgili eserleri de
vardır.
b. İkinci Dönem (1876-1896 arası)
1876-1896 yılları arasında ikinci dönemin tanınmış temsilcileri Recaizade Mahmut
Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan, Sami Paşazade Sezai ve Nabizade Nazım'dır.
İkinci dönem edebiyatçıların sanat anlayışları birincilerden farklıdır. İkinci
dönemde sanat sanat içindir anlayışıyla eserler verilmiştir. Bunun sebebi bu
devirde idarenin daha baskıcı davranmasıdır.
Bu dönemde batı edebiyatı örnekleri daha başarılı bir şekilde ortaya konmuştur.
Dönemin sanatçıları devlet işleriyle, siyasetle, toplum meseleleriyle değil
sadece sanatla ilgilenmişlerdir. Birinci dönem sanatçılarının toplumsal
sorunlarla ilgilenmelerine karşın bu dönem sanatçıları kişisel konu ve temaları
işlemişlerdir.
Bu yüzden dilleri daha ağırdır.
Dönemin romanlarında realizmin, şiirinde ise romantizmin etkisi vardır.
Dönemin Edebiyatçıları
Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914)
Şiir, roman, hikâye, tiyatro, eleştiri, edebî bilgiler türlerinde eserler
vermiştir.
Şiirlerinde hüznü ve elemi işlemiştir. Ölümü hatırlatan tabiat manzaraları,
hüzünlü duygular, romantik güzellikler, solgun güller, kitap yaprakları arasında
kurutulmuş çiçekler, küçük kuşlar onun şiirlerinin konuları arasındadır. Oğlu
Nejad’ın ölümü; işli, üzüntülü şiirler yazmasında etkili olmuştur.
Edebiyatta yenileşmeden yanadır. Muallim Naci ile aralarında bu konularda
tartışmalar olmuştur.
Eserleri
Nağme-i Seher: Şiir
Yadigâr-ı Şebab: Şiir
Pejmürde: Şiir
Zemzeme: Şiir. Önsüzünde edebiyat hakkındaki düşünceleri ve edebî eleştirileri
vardır. (Bu esere Muallim Naci “Demdeme” ile karşılık vermiştir.)
Muhsin Bey: Hikâye
Şemsa: Hikâye
Araba Sevdası: Roman. Realizmin etkisiyle yazılmıştır ve batı hayranlığı yolunda
düşülen garip durumları eleştirir.
Çok Bilen Çık Yanılır: Komedi
Afife Anjelik: Tiyatro
Vuslat: Tiyatro
Atala: Tiyatro
Talim-i Edebiyat: Edebî bilgiler içerir.
Samipaşazade Sezai (1860-1936)
Batılı tarzda hikâyeleri ve bir romanı vardır.
Sergüzeşt adlı romanı realizme doğru atılmış bir adımdır.
Küçük Şeyler adlı hikâye kitabı Fransız realistlerinin sanat anlayışlarına
uygundur.
Rumuzul-edeb, bazı makale, hikâye ve sohbetlerini içerir.
Romantik özellikler taşıyan şiirler de yazmıştır.
Şiir isimli bir de piyesi vardır.
“İclâl”de, yeğeni İclâl’in ölümü üzerine yazdığı mersiye, bazı nesirleri ve
hatıraları vardır.
Abdülhak Hâmit Tarhan (1852-1937)
Edebiyatta batılılaşmanın asıl ihtilâlcisidir.
Şair-i Azam olarak bilinir.
Kurallara uymayan, batı şiirinde gördüğü her yeniliği Türk şiirine uygulayan,
divan şiirini bitiren o olmuştur.
Doğu ve batı şiirini işlendikleri yerlere giderek öğrenmiştir.
Sanatında romantik etkiler vardır.
Zengin bir lirizm bulunan şiirlerinde vezne, kafiyeye, söze, dile pek önem
vermemiştir. Taşkınlık ve yücelik, söyleyişteki tezat onun şiirinin önemli
özellikleridir.
Şiirlerinde ve tiyatrolarında tarihî konular önemli bir yer tutar. Soyut
kavramlar, hayat, tabiat, ölüm, insan, onun işlediği konulardır.
Şiirleri: Sahra, Belde, Makber, Ölü, Bunlar O’dur, Hacle, Bâlâdan Bir Ses,
Garam...
Yirmiye yakın tiyatrosu vardır. Sahnelenmesi imkânsız tiyatro eserleri
yazmıştır. Bu eserlerde insanların yanında ölüler, ruhlar, hayaletler, periler
de rol alır. Tiyatroda egzotik, tarihî, millî ve dinî konuları işlemiştir. Bazı
oyunlarında Shakespeare’in tesiri görülür. Hepsi de dramdır ve bazıları mensur
bazıları da manzumdur.
İlk tiyatro eseri Macera-yı Aşk’tır. Tarık, Finten, Eşber, Nesteren, Sardanapal,
İlhan, Hakan, Liberte önemli tiyatro eserleridir.
Nabizade Nazım (1862-1893)
Romanlarıyla ve hikâyeleriyle realizmin ve natüralizmin temsilcisidir.
Karabibik, edebiyatımızda Anadolu konulu ilk hikâyedir. Köy romanı olarak
bilinir. Köy hayatı tam bir realizmle yansıtılmıştır.
Zehra, ilk psikolojik roman örneğidir. Eserde tasvir ve tahliller geniş yer
tutar.
Diğer hikâyeleri: Yadigârlarım, Bir Hatıra, Sevda, Haspa
Muallim Naci (1850-1893)
Eski şiirin savunucusu ve temsilcisidir. Eski-yeni konusunda Recaizade ile
aralarında tartışmalar olmuştur. Naci göze hitap eden kafiyeyi savunurken,
Recaizade kulağa hitap eden kafiyeyi savunmuştur. Tartışma konusu, “abes” ve
“muktebes” kelimelerinin -eski yazıda- kafiyeli olup olmadıklarıdır.
Batılı şiiri benimsememesine rağmen bu alanda başarılı şiirler yazmıştır.
Şiir kitapları: Ateşpare, Şerare, Füruzan, Sünbüle
Edebî eseri: Istılahat-ı Edebiye
Sözlüğü: Lûgat-ı Naci
2. Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Fünun) (1896-1901)
Servet-i Fünun, daha önce Ahmet İhsan tarafından çıkarılan bir fen dergisidir.
Recaizade, 1895 sonlarında derginin başına Tevfik Fikret’i getirir.
Tanzimat’la birlikte başlayan edebiyatı Avrupa ruhu ve tekniği içinde
yenileştirme hareketi, 1896-1901 yılları arasında, Servet-i Fünun dergisi
etrafında, Recaizade önderliğinde toplanan yeni nesille ikinci bir hamle
yapmıştır.
Bu nesli Ali Ekrem, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif, Mehmet Rauf, Tevfik
Fikret, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet, Faik Ali, Celâl Sahir, Hüseyin Suat
oluşturur. Sonradan Halit Ziya da bu gruba katılmıştır.
Dönem, 2. Abdülhamit’in istibdat dönemidir. Dönemin bu özelliği sebebiyle
edebiyatçılar içe dönük davranmış, kişisel konuları, içliliği, aşkı,
karamsarlığı, hayal kırıklığını, tabiat güzelliklerini, melânkoliyi ve üzüntüyü
işlemişler; toplumsal sorunlara değinmemişlerdir. Adeta yüksek zümre edebiyatı
gibidir. Bunda Recaizade’nin büyük etkisi vardır.
Servet-i Fünuncu ve Edebiyat-ı Cedideciler denilen grup, Fransız edebiyatının
özelliklerini büyük ölçüde Türk edebiyatına adapte etmeye çalışmışlardır.
Fransız realizmi örnek alınmıştır.
Tanzimat döneminde başlayan ve benimsenen, dildeki yabancı unsurları ayıklayarak
sade Türkçe'ye geçiş hareketi bu devirde durmuş, Arapça ve Farsça kelimelere
yeniden itibar edilmeye başlanmıştır.
Tanzimatçıların birinci dönem sanatçıları, sanat toplum içindir prensibini
benimserken, Servet-i Fünuncular ise Tanzimat’ın ikinci dönemindeki gibi sanat
sanat içindir prensibi ile hareket etmişlerdir.
Topluluğun üslûbu süslü ve sanatlı; ruh ve ifade tarzı ise Avrupai'dir.
Şiirde aruz vezni kullanılmakla birlikte, nazım şekillerinde ve konularda büyük
yenilikler yapılmıştır. nazmı nesre yaklaştırmışlar, beyit bütünlüğü yerine konu
bütünlüğünü esas almışlardır. Bir cümle birkaç dizede/beyitte tamamlanabilir.
Fransız şiirinden alınan sone ve terza-rima gibi şekiller ve serbest müstezat
çokça kullanılmıştır.
Kafiyede kulak kafiyesi benimsenmiştir.
Romanda ve hikâyede batılı anlamda başarılı örnekler verilmiştir.
Romanda tahlile ve teferruata yer verilmiş, modern kısa hikayenin ilk örnekleri
bu dönemde şekillenmiştir.
Roman ve hikâyede olaylar ve kişiler tamamen İstanbul'a, seçkin tabakaya aittir.
Romanda realizmden, şiirde parnasizm ve sembolizmden etkilenmişlerdir.
Bu dönemde gazetenin yerini dergiler almıştır: Servet-i Fünun, Malûmat, Mektep,
Mütalâa, Hazine-i Fünun, Resimli Gazete...
Şiir, roman, hikâye, tiyatro, tenkit ve hatırat türlerinde başarılı eserler
veren Servet-i Fünun temsilcilerinin en tanınmışları,
Şiirde Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin, Süleyman Nazif;
Roman ve hikâyede Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet
Hikmet Müftüoğlu'dur.
Servet-i Fünun edebiyatına katılmayarak gene batılı anlayışla eserler verenler
arasında Ahmet Rasim hatırat türü ile, Hüseyin Rahmi Gürpınar İstanbul'u anlatan
romanları ile yeni Türk edebiyatını desteklemişlerdir.
Servet-i Fünun dergisinin 1901’de kapatılmasıyla topluluk da dağılır.
Dönemin Sanatçıları
Tevfik Fikret (1867-1915)
Recaizade ve Hamit’in tesiriyle batılı şiire yönelmiştir.
Servet-i Fünun’un şiirdeki en önemli temsilcisidir.
İlk şiirlerinde ferdî konuları (aşk, acıma, hayal kırıklığı...) işler
topluluktan ayrı yazdığı şiirlerde toplumsal konulara yönelir. Bu anlayışla
yazdığı şiirlerinde temalar, hürriyet, medeniyet, insanlık, bilim, fen ve
tekniktir. Sis, Halûk’un Vedaı, Tarih-i Kadim, Halûk’un Amentüsü adlı
şiirlerinde bu konuları işler.
Sanatının bu ikinci döneminde dinlere de cephe alır, kutsal olan her şeye karşı
çıkar, hatta İstanbul'a dahi küfreder (Sis).
Fikret, aruzu Türkçeye başarıyla uygulamıştır. Serbest müstezadı geliştirerek
serbestçe kullanmıştır.
İlk dönemde dili oldukça ağırdır.
Şiiri düz yazıya yaklaştırmıştır. Ahenge büyük önem verir. Şiirlerinde şekil
bakımından parnasizmin etkisi görülür.
“Şermin”, onun çocuklar için ve heceyle yazdığı şiirlerden oluşan bir eseridir.
Eserleri: Rübab-ı Şikeste, Halûk’un Defteri, Rübabın Cevabı, Tarih-i Kadim,
Doksanbeşe Doğru
Cenap Şahabettin (1870-1934)
Servet-i Fünun’un Tevfik Fikret’ten sonra en önemli şairidir.
Asıl mesleği doktorluktur. İhtisas için gittiği Fransa’da tıptan çok şiirle
ilgilenerek sembolizmi yakından takip etmiş ve bu akımdan etkilenmiştir.
Şiirde kelimeleri müzikal değerlere göre seçerek kullanır.
Dili oldukça ağırdır. Bilinmeyen Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar kullanır.
Duygu ve hayal yüklü tamlamalar kurar.
Serbest müstezadı çok kullanmıştır.
Aynı şiirde birden fazla aruz kalıbı kullanmıştır.
Aşk ve tabiat değişmez konularıdır.
Sanatı, sanat, hatta güzellik için yapmıştır.
Bolca semboller kullanmış, tabiatla iç dünyanın kompozisyonunu çizmiştir.
Düz yazıları da vardır:
Hac Yolunda, onun gezi yazısıdır.
Suriye Mektupları ve Avrupa Mektupları da gezi türündedir.
Diğer nesirleri:
Evrak-ı Eyyam, Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh, Tiryaki Sözleri (kendi vecizeleri)
Tiyatro eserleri: yalan (dram), Körebe (komedi)
Halit Ziya Uşaklıgil (1867-1945)
Servet-i Fünun’un roman ve hikâyede en ünlü edebiyatçısıdır.
Süslü, sanatlı ve ağır bir dili ve üslûbu vardır.
Batılı anlamdaki ilk romanları yazmıştır.
Realizmden etkilenmiştir.
Romanlarında aydın kişileri anlatır. Mai ve Siyah’taki Ahmet Cemil, Servet-i
Fünun sanatçısının temsilcisidir. Kahramanları yaşadıkları çevreye uygun anlatır
ve ruh tahlillerine önem verir.
Hikâyelerinde Anadolu hayatına ve köy ve kasaba yaşayışına, romanlarında yalnız
stanbul'a yer verir.
Anı ve mensur şiir türünde eserleri de vardır.
Romanları: Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, bir Ölünün Defteri, Ferdi
ve Şürekası, Sefile...
Hikâyeleri: İzmir Hikâyeleri, hikâye-i Sevda, Kadın Pençesi, Onu Beklerken, Aşka
Dair...
Hatıraları: Saray ve Ötesi, Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye
Mehmet Rauf (1875-1931)
Servet-i Fünun romanının ikinci önemli ismidir.
Roman, hikâye ve tiyatro türünde eserleri vardır.
Romantik duyguları, hayalleri ve aşkları işlemiştir. Sosyal hayata pek yer
vermemiştir. Arzu, ihtiras ve aşk maceraları temel konularıdır.
Romanlarında psikolojik tahlillere önem vermiştir.
Dili sadedir.
En önemli eseri Eylül’dür. Roman edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman olarak
bilinir. Konusu yasak aşktır. Şahıs sayısı azdır. Psikolojik tahliller
başarılıdır.
Romanları: Eylül, Ferda-yı Garam, Genç Kız Kalbi, Define, Son Yıldız, Kan
Damlası.
Hikâyeleri: Son Emel, Bir Aşkın Tarihi, Üç Hikâye, Hanımlar Arasında, Menekşe.
“Siyah İnciler” ise mensur şiirlerinden oluşur.
Dönemin Bağımsız İsimleri
Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864-1944)
Roman ve hikâye türünde eserleri vardır.
Natüralizmin temsilcisidir.
Sade bir dil kullanmıştır.
Tipleri yetiştikleri çevreye göre konuşturur. Psikolojilerinde çok iyi bir
şekilde verir. Kişileri toplumun şartlarına göre değerlendirir. Romanlarında
aptal, şöhret düşkünü, aşırı ihtiraslı, batıl inançlı gibi uç tipler vardır.
İstanbul'un iç mahallelerinin günlük hayatını hikâye ve karikatürize der. Sokağı
edebiyatta işleyen yazar olarak bilinir.
Gözleme ve tasvire önem verir.
Romanlarında sosyal tenkide de yer verir.bu tenkidi mizah yollu yapar.
Şık ve Şıpsevdi adlı romanlarında batı hayranlığını konu edinir.
Romanları teknik olarak zayıftır. Sık sık olayla ilgisi olmayan, gereksiz
bilgiler verir. Bazen kendisi de olaylara müdahale eder.
Eserleri: Şık, İffet, Tesadüf, Şıpsevdi, Mürebbiye, Kuyruklu Yıldız Altında Bir
İzdivaç, Gulyabani, Cadı, Kesik Baş, Kadınlar Vaizi, Tünelden İlk Çıkış.
Ahmet Rasim (1864-1932)
Ahmet Mithat tarzını devam ettirmiştir.
Pek çok konuda ve türde eserleri vardır.
Bütün hayatını gazeteciliğe adamıştır.
Makale ve fıkra yazmış; çeviriler yapmıştır.
Türkçesi yerli ve temizdir.
Hayatın komik ve ibret verici yanlarıyla ilgilenmiştir.
Roman ve hikâyelerinde İstanbul'a, özellikle Beyoğlu’na ait konular işlemiştir.
Romanlarının başlıca konuları, aile sarsıntıları ve ülke meseleleridir.
Günlük hayattan renkli ve fotoğraf zevkiyle kesitler sunmuştur.
130’dan fazla eseri vardır.
Roman ve hikâyeleri: İlk Sevgi, Güzel Eleni, Endişe-i Hayat, İki Günahsız Sevda,
İnceleme, makale, fıkra, hatıra: Gülüp Ağladıklarım, Muharrir Bu Ya,
Şair-Muharrir-Edip, Şehir Mektupları
Aynı zamanda 65’e yakın şarkısı olan bir bestekârdır.
3. Fecr-i Âtî Topluluğu (1909-1912)
1901’de, Servet-i Fünun mecmuası etrafında, kendilerine Fecr-i Âtî adını veren
yeni bir nesil toplanmıştır.
Servet-i Fünun topluluğu dağıldıktan sonra 1909 yılında Yakup Kadri, Ahmet
Haşim, Refik Halit, Fuat Köprülü, Ali Canip, Şehabettin Süleyman, Celâl Sahir,
Tahsin Nihat, Emin Bülent gibi isimler bir araya gelerek yeni bir topluluk
oluştururlar.
Topluluk, sanat hayatına bir bildiriyle başlar.
Sanatın saygıdeğer ve şahsi olduğu anlayışını benimserler.
Onlar Servet-i Fünun’u batılı edebiyatı tam olarak oluşturamamakla suçlarlar.
Fransız edebiyatını örnek alırlar.
Dilleri süslü, sanatlı, ağdalı ve ağırdır.
Aşk, ve tabiatı konu olarak işlemişlerdir. Aşk genellikle hissi ve romantiktir.
Tabiat tasvirleri ise gerçekçi değil, Haşim’de olduğu gibi şahsîdir.
Kısa ömürlü olan bu topluluk, Servet-i Fünunculardan daha sade bir dil kullanmış
sembolizm, empresyonizm ve romantizm gibi akımları eserlerine uygulamışlar,
Avrupaî edebiyat ile Milli edebiyat arasında bağ oluşturmuşlardır.
Aruzla şiir yazan Fecr-i Âtî şairlerinin en tanınmış ve en orijinali Ahmet
Haşim'dir.
Şiire herhangi bir yenilik getirmemişler, Servet-i Fünun’un devamı olmaktan
öteye gidememişlerdir.
Sanat anlayışlarında birlik ve bütünlük olmadığı için 1912’de dağılmışlar, ferdî
olarak değişik alanlarda eserler vermişlerdir.
Dönemin Sanatçıları
Ahmet Haşim (1884-1933)
Fecr-i Âtî şiirinin en önemli ismidir.
Sanat için sanat yapmıştır.
Sembolizmin en önemli temsilcisidir.
İşlediği başlıca temalar tabiat ve aşktır.
Şiirlerinde hayalle birlikte musikiye önem vermiştir.
Lirik bir şairdir.
Tamamen aruzu kullanmıştır. Dili süslü ve sanatlıdır. En çok serbest müstezadı
kullanmıştır.
Ona göre şiir anlaşılmak için yazılmaz, şiirde anlam aranmaz; şair bir hakikat
habercisi, şiir dili de bir açıklama vasıtası değildir. Şiir duyulmak için
yazılır ve okunur; şair tabiatın kendine hissettirdiklerini sembollerle şiirine
yansıtır, okuyan da kendi hayal dünyasına uygun olarak algılar; şiir dili de
telkin görevindedir.
Şirin dili musiki ile söz arsında ve sözden ziyade musikiye yakındır. Şiirde
musiki anlamdan daha önemlidir.
Haşim’e göre şiirin kaynağı şuuraltıdır. Şiirlerinde dış dünyayı, kişinin iç
dünyasında, ruhunda aldığı şekillerle yansıtmaya çalışır. Dış dünyaya ait
izlenimleri kendi dünyasında şekillendirerek ve renklendirerek ortaya çıkarır.
Şiirlerindeki tabiatla ilgili kavramlar, akşam, gurup, şafak, gece, mehtap,
yıldızlar, göller, ormanlardır.
Şairin şahsında var olan içe dönüklük, şiirlerinde realiteden kaçış olarak
ortaya çıkar.
Şiirlerini Piyaleb ve Göl Saatleri adlı eserlerinde toplamıştır.
Nesirleri: Gurabahane-i Laklakan, Bize Göre, Frankfurt Seyahatnamesi.
Refik Halit Karay (1888-1965)
Fecr-i Âtî’den sonra Millî edebiyat hareketine katılmıştır. Eserlerini de
bağımsız bir şahsiyet olarak vermiştir.
Edebî hayatı köşe yazarlığı ile başlamıştır. Sonra da sırayla hikâyeciliği ve
romancılığı gelir.
İlk yazılarında günlük hayatı ele almış, sosyal hayattaki çarpıklıkları, zekî ve
nükteli bir üslûpla dile getirmiştir. Hayatın gülünç yanlarını karikatürize
etmiştir.
Sade ve temiz bir dille yazdığı Memleket Hikâyeleri’nde Anadolu insanının
hayatını bütün canlılığı ile yansıtmıştır. Gözlem yeteneğinin üstünlüğü dikkat
çeker.
Eserlerinde kişilerin ruh tahlillerine fazla değinmez.
İnsanların dürüst olmayan, kurnazlık ve menfaatçilikle ilgili yönlerini ortaya
kor. Bunu mizah ve eleştiri ile yapar. Hiciv, eserlerinde önemli bir unsurdur.
Şahısları kendi sosyal çevreleri ile birlikte anlatır.
Konuşma dilinin bütün canlılığını ve tabiiliğini ortaya kor.
Romanları: İstanbul'un İç Yüzü, Çete, Sürgün, Nilgün, Bugünün Saraylısı,
Kadınlar Tekkesi, Anahtar
Hikâyeleri: Memlekete Hikâyeleri, Gurbet Hikâyeleri (Hatay’da sürgünde yazdığı
eseridir).
Hiciv ve Mizah Yazıları: Kirpinin Dedikleri, Deli, Sakın Aldanma İnanma Kanma,
Tanıdıklarım.
4. Millî Edebiyat Akımı
Modern Türk Edebiyatını yaratma amacıyla kurulan Tanzimat, Servet-i Fünun ve
Fecr-i Âtî toplulukları büyük hamleler yapmakla beraber ruhta büyük ölçüde
Fransız sanatına bağlı, dil ve üslûpta Osmanlıcayı sürdüren, millî kimlik ve
kişiliğe ulaşamamış bir edebiyat vücuda getirmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışı sırasında, Türk aydınlarının büyük bir
bölümü, ümmete bağlı Osmanlıcılığın terk edilerek milliyetçiliğin
benimsenmesinin, memleketin geleceği için gerekli olduğuna inanıyorlardı. Bu
inanç sonucunda Türkçülük ve Milliyetçilik akımları doğmuş, her sahada millî
kimlik arayışları başlamıştır.
Türk dili, Türk vezni, Türk zevki ve kültürü ile millî konuları, millî ülküleri
işleyen Türk edebiyatı ihtiyacı ve özlemi sonucunda 1911-1923 yılları arasında
Millî Edebiyat akımı var olmuştur.
Türk milletine mensup olma şuuru, tarih içinde devamlılık düşüncesi, olduğu gibi
kalarak batılılaşma inancı, 1911-1923 yılları arasındaki akımın temelleridir. Bu
dönemin bariz özelliği, Türk romantizminin edebî tezahürlerini göstermesidir.
Cumhuriyet’in kuruluşunu hazırlayan milliyetçilik ideolojisi içinde doğan Milli
Edebiyat akımı Cumhuriyet’in ilk yıllarında en olgun eserlerini verdi.
Cumhuriyet rejimi ve bu devirde meydana getirilen sosyal ve iktisadî müesseseler
üstünde başlarında büyük Türk sosyoloğu ve düşünürü Ziya Gökalp'in bulunduğu
Türkçü ve Milliyetçi münevver zümre etkili oldu. Gökalp'in Türkiye ve Türkler
için şekillendirdiği düşünceler başta Atatürk olmak üzere, Cumhuriyeti kuran
birinci neslin dünya görüşünün kaynağını teşkil etti.
Halka ulaşabilmek ve onunla bütünleşebilmek için onun dilini kullanmak
gerektiğine inanan bu nesil yazarları, eserlerinde konuşma dilini kullandılar.
Halk dilini kullanırken gençlik yıllarında hayran oldukları Edebiyat-ı Cedide
(Yeni Edebiyat) yazarlarının ince zevkini günlük dile aktardılar.
1911 yılında Selânik’te çıkarılmaya başlanan Genç Kalemler dergisinde başladı bu
çalışmalar.
Bir kısmı daha sonra Cumhuriyet dönemi yazar ve şairleri arasında da yer alan bu
edebiyatın temsilcilerinin en önemlileri, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin (öncü),
Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip (öncü), Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel,
Enis Behiç Koryürek, Kemalettin Kamu, Aka Gündüz, Refik Halit Karay, Reşat Nuri
Güntekin, Yakup Kadri, Halide Edik Adıvar, Hamdullah Suphi, Ahmet Hikmet
Müftüoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Fuat Köprülü, Halide Nusret Zorlutuna, Şükûfe
Nihal, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar'dır.
Milli Edebiyat akımının özellikleri, Cumhuriyet’in ilk on yılının da bir özeti
olmaktadır. Bu çerçeve içerisinde, Milli Edebiyat akımının ilkeleri de şu
şekilde belirtilebilir:
Dilde yalınlık (en mühim prensip), Türkçe karşılığı olan Arapça ve Farsça
kelimelerin atılması. Yalın (süssüz, sanatsız, özentisiz) bir dille yazma;
İstanbul Türkçesini kullanma.
** Halk edebiyatı şiir biçimlerinden yararlanma
** Hece ölçüsü,
** Konu seçiminde yerlilik.
** Konularını hayattan, ülke şartlarından seçme.
** Millî kaynaklara yönelme.
İslâmcı, Osmanlıcı, gelenekçi görüşlere sahip yazarlardan bireysel eğilimli
yazarlara kadar tüm edebiyatçılara açık bir bütünlük mevcuttur. Çünkü artık söz
konusu olan Millî Edebiyat akımı kavramı değil, Millî Edebiyat dönemidir. Bu
akım dilde ve duyuşta 1911-1915 dönemi milliyetçilik fikirlerinin ön plânda
olduğu roman, hikâye, tiyatro eseri ve şiirler verilmesini sağlamıştır.
Başlangıçta Fecr-i Âtî roman ve hikâyecisi olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve
Refik Halit Karay, gerçek kişiliklerini Millî Edebiyat akımı içerisinde
göstermişlerdir.
Fecr-i Âtî topluluğu dışında kalan, İstiklâl Marşı şairi Mehmet Âkif Ersoy ve
Yahya Kemal Beyatlı, kendi şiir anlayışlarına göre eserler veren ve daha sonra
Millî Edebiyat akımına katılan şairlerdir.
Gerek Mehmet Âkif Ersoy gerekse Yahya Kemal Beyatlı, şiir dili ile konuşma dili
arasındaki uzlaşmayı sağlamışlar, Türk diline zor uyan aruzun engellerini
ortadan kaldırıp, yaşayan Türkçe ile başarılı şiirler yazmışlardır.
Dönemin Sanatçıları
Ömer Seyfettin (1884-1920)
Son devir Türk hikâyeciliğinin en önemli isimlerindendir
Yeni Lisan hareketinin
savunucularındandır.
Amacı millî şuuru kuvvetlendirmek, toplum hayatındaki aksak yönleri ortaya
çıkarmaktır.
Konularını gerçek hayattan alır. Bu sebeple hikâyeleri realist özellik taşır.
Konuları genellikle tarihî olaylar, çocukluk hatıraları ve yaşanan günlük
olaylardır. Aşk konusunu da bu hikâyelerinde işler.
Kahramanlık, hikâyelerinin önemli konularındandır.
Bazı eserlerinde sosyal hayattaki gülünç özellikleri karikatürize eder.
Türklerin Balkanlar’da uğradıkları zulümleri de konu edinmiştir.
Dili oldukça sadedir ve yalındır.
Kurguları oldukça başarılıdır.
Hikâyeleri: Eshab-ı Kehf’imiz, Harem, Efruz Bey, Yalnız Efe, Yüksek Ökçeler,
Gizli Mabet, Beyaz Lâle, Bomba, Bahar ve Kelebekler,
Ziya Gökalp (1876-1924)
Türkçülük cereyanını bir sisteme bağlayan fikir adamı ve bu sistemi
eserlerinde işleyen bir sanatçıdır.Türk milletinin din, dil, ahlâk, edebiyat
yönünden aynı kültürle yetişmiş kişilerden oluştuğuna inanan Gökalp, eserleriyle
Türk milliyetçiliğinin sınırlarını belirlemiş, millî edebiyatın da fikir yönüyle
temellerini oluşturmuştur. Onun Türkçülük anlayışı, dil, edebiyat, din, iktisat,
güzel sanatlar ve siyaset alanlarını kapsar. Turancılık ideolojisini de
savunmuştur.
Edebiyatı, bu fikirlerini yaymak için bir araç olarak kullanmıştır. Sanat yapma
kaygısı yoktur.
Şiir ve nesir alanında eserleri vardır.
Destan, masal ve makaleler de yazmıştır.
Dile önem vermiştir. Eserlerini sade bir dille yazmıştır. Türk dilinin gelişmesi
yolunda çaba harcamıştır. Türkçe karşılıkları olan Arapça ve Farsça kelimelerin
atılmasından, Türkçeleşmiş kelimelerin de artık Türkçe sayılmasından yanadır.
Ona göre millî vezin hece veznidir.
Şiirleri: Kızıl Elma, Altın Işık, Yeni Hayat
Fikrî Eserleri: Türk Medeniyeti Tarihi, Türk Töresi, Türkçülüğün Esasları,
Türkleşmek-Muasırlaşmak-İslâmlaşmak, Malta Mektupları.
Ali Canip Yönten (1887-1967)
Daha önce Fecr-i Âtî’de yer alan sanatçı, daha sonra millî edebiyat akımının
öncülüğünü yapmış, Ömer Seyfettin’le birlikte çıkardıkları Genç Kalemler
dergisinde baş yazarlık yapmıştır.
Yeni Lisan hareketinin savunucularındandır.
Şiirlerinin hece vezniyle ve sade bir dille yazmıştır.
Şiirlerinin bir kısmını Geçtiğim Yol adı altında yayımlamıştır.
Sonraları şiiri bırakıp edebiyat incelemeleri yapmıştır.
Fuat Köprülü (1890-1966)
Edebiyat tarihi ve tarih araştırmacısıdır.
Türk edebiyatını dönemlere ayıran, bilimsel yöntemlerle inceleyen ilk
araştırmacıdır.
Eserleri: Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Saz
Şairleri, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar.
Mehmet Emin Yurdakul (1869-1944)
Halkçılık ve milliyetçilik düşüncesini şiirlerinde işlemiştir. Şahsî
duygulara ve tabiata pek rastlanmaz.
Şiirleri sosyal faydaya yöneliktir ve didaktiktir. Bu yüzden bir kuruluk göze
çarpar.
Hece veznini ve batı edebiyatı nazım şekillerini kullanmıştır.
Dilinin tamamen sade olduğu söylenemez.
Şiirleri: Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Ordunun Destanı, Turana Doğru.
Reşat Nuri Güntekin (1889-1956)
Millî edebiyat akımından etkilenen sanatçılardandır.
Şöhretini Çalıkuşu romanıyla kazanmıştır.
Birçok eserinde Anadolu’yu, Anadolu hayatını ve insanını, batıl inançları,
yanlış batılılaşmayı, insanımızın bilime ve eğitime ihtiyacını işlemiştir.
Mizah öğesine de yer vermiştir.
Romanlarında güçlü gözlemciliğine dayanan bir realizm ve canlı bir üslûp vardır.
psikolojik tahlillerde de başarılıdır.
Eserlerinde konuşma dili hâkimdir
Roman, hikâye, tiyatro ve gezi yazısı türünde eserleri vardır.
Romanları: Çalıkuşu, Gizli El, Dudaktan Kalbe, Acımak, Eski Hastalık, Akşam
Güneşi, Yaprak Dökümü , Damga, Miskinler Tekkesi
Hikâyeleri: Eski Ahbap, Tanrı Misafiri, Sönmüş Yıldızlar, Boyunduruk
Gezi Yazıları: Anadolu Notları
Tiyatroları: Yaprak Dökümü, Eski Rüya, Hançer, Balıkesir Muhasebecisi, Eski
Borç, Gözdağı
5. Millî Mücadele Dönemi Türk Edebiyatı
Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1899-1974)
Fecr-i Âtî’de iken ferdiyetçi sanat anlayışını benimseyen sanatçı, daha
sonra millî edebiyat cereyanına katıldı.
İlk eserlerinde mistik bir hava vardır.
1916’dan sonra ülke gerçeklerini ve millî duyguları işleyen hikâyeler yazmıştır.
Roman, hikâye, deneme, mensur şiir, makale ve anı türünde eserleri vardır.
Romanlarında Türk halkının yaşayışı ve problemleri başlıca konudur.
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar olan dönemde Türk halkının yaşadığı gelişme ve
değişmeleri işlemiştir.
Aydınlarla halk arasındaki zıtlıkları da konu edinmiştir.
Eserlerinde sağlam bir gözlemcilik ve ona dayanan bir realizm vardır.
Eserleri teknik bakımdan sağlamdır. Karakterleri başarıyla canlandırmıştır.
Titiz bir üslûpçudur.
Hikâyeleri: Bir Serencam, Rahmet, Millî Savaş Hikâyeleri
Romanları: Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, yaban,
Ankara, Bir Sürgün, Panorama...
Diğer eserleri: Erenlerin Bağından, Zorakî Diplomat, Anamın Kitabı, vatan
Yolunda...
Halide Edip Adıvar (1884-1964)
Romancı ve hikâyeci.
Ünlü, Sultanahmet mitingi ile halkı coşturmuş ve bizzat millî mücadelenin içinde
yer almıştır.
Romanlarındaki belli başlı konular, Kurtuluş Savaşı, çocukluk hatıraları ve
aşktır.
Kahramanlarını daha çok kadınlar arasından seçen sanatçı, karakter bulmakta
başarılıdır. Kadınlara da üstün özellikleri vermiştir.
Gözlem, tasvir ve tahlillerde başarılıdır.
Sosyal çevreye önem verir.
Dili kullanmada başarılı değildir. Dağınık, düzensiz bir üslûbu vardır.
Eserleri: Handan, Son Eseri, Ateşten Gömlek, Vurun kahpeye, Zeyno’nun Oğlu,
Sinekli Bakkal, Tatarcık, Mor Salkımlı Ev, Dağa Çıkan Kurt, Harap Mabetler
Beş Hececiler
Şiire 1. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında başlayan, Mütareke yıllarında
şöhret kazanan hececiler, Anadolu'yu ve vasat insan tipini şiire soktular.
Memleket sevgisi, yurt güzellikleri, kahramanlık ve yiğitlik, işledikleri
başlıca konulardır.
Hecenin bu beş şairi millî edebiyat akımından etkilenmiş ve aruzu bırakarak
şiirlerinde heceyi kullanmaya başlamışlardır. Bunda da oldukça başarılı
olmuşlardır.
Şiirde sade ve özentisiz olmayı tercih etmişlerdir.
Orhan Seyfi Orhon (1890-1972)
Şiirlerinde konuşma dilini kullanmıştır.
Bazı şiirlerinde halk şiiri şekillerini kullanmıştır.
Daha çok şahsî temaları işleyen şair vatanî konuları da işlemiştir.
Eserleri: Fırtına ve Kar, Peri Kızı ile Çoban, Gönülden Sesler, O Beyaz Bir
Kuştu.
Yusuf Ziya Ortaç (1896-1967)
Şiire aruzla başlamış, da ha sonra heceyi kullanmıştır.
Günlük hayatın çeşitli görünümlerini sade bir dille işlemiştir.
Akbaba adlı mizah dergisini çıkarmıştır.
Eserleri: Akından Akına, Aşıklar Yolu, Yanardağ, Bir Rüzgâr Esti.
Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-1973)
Beş Hececilerin en genci ve en başarılısıdır. Buna rağmen aruzu da tamamen
terk etmemiştir.
Şiirlerinde Anadolu’yu, memleket sevgisini anlatmıştır. Ferî konuları da
işlemiştir.başlıca konu ve temaları, aşk, hasret, tabiat, ölüm, kahramanlık,
ihtiras.
Lirik şiirleri vardır.
Şiirleri: Han Duvarları, Çoban Çeşmesi, Dinle Neyden, Gönülden Gönüle.
Tiyatro eserleri: Canavar, Akın, Özyurt, Kahraman.
Enis Behiç Koryürek'in (1892-1949)
Şiire aruzla başlamıştır.
Heceyle yazdığı ilk şiirlerinde aşkı işlemekle beraber, daha sonra Kurtuluş
Savaşı yıllarında millî duyguları ve tarihî kahramanlıkları işlemiştir.
Şiirleri: Miras, Güneşin Ölümü.
Halit Fahri Ozansoy (1891-1971)
“Aruza Veda” adlı şiiriyle aruzu bırakıp heceyi kullanmaya başlamıştır.
Şiirlerinde konuşulan Türkçeyi başarıyla kullanmıştır.
Derin bir melânkoli ev karamsarlık taşıyan şiirlerinde ferdî konuları
işlemiştir.
Şiir, roman ve tiyatro türünde eserleri vardır: Cenk Duyguları, Efsaneler,
Baykuş, Hayalet.
Kemalettin Kamu (1901-1948)
..................
Dönemin Bağımsız İsimleri
Mehmet Âkif Ersoy (1873-1936)
Dinî, millî şiirleriyle tanınır.
Bir destan şairidir (Çanakkale Şehitlerine).
İslâmcılık akımının temsilcisidir.
Şiirlerinde dinî lirizm dikkati çeker.
Öğretici, öğüt verici, birliği ve bütünlüğü sağlayıcı şiirleri vardır.
Savaş sırasında ve sonrasında kurtuluşun ve gelişmenin ancak dine sarılmakla
olacağını, batının sadece ilminin alınabileceğini savunmuştur.
Türk şiirine gerçek realizm onunla girmiştir. O, toplum hayatını bütün
yönleriyle aksettirmiştir. Hatta sokak aralarında konuşulan dili bile şiirine
yansıtabilmiştir.
Gözlemlerinden çokça faydalanmıştır. Tasvir edici ve tahkiyeli anlatımı
sayesinde şiirinde canlı tablolar çizmiştir.
Aruzu Türkçeye başarıyla uygulamıştır.
Nazmı nesre yaklaştıranlardandır. Manzum hikâye şeklinde şiirleri cardır.
Bu şiirlerinde günlük hayatı, toplum hayatını başarıyla anlatmıştır. Özellikle
yoksullara, sakatlara, kimsesizlere karşı acıma duygusu bu tür şiirlerinde
belirgindir. Hasta, Küfe, Meyhane, Seyfi Baba, Hasır, Mahalle Kahvesi bu türün
örnekleridir.
Şiirlerini Safahat adlı kitabında toplamıştır. Safahat yedi kitaptan oluşur:
Safahat, Hakk’ın Sesleri, Süleymaniye Kürsüsünde, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar,
Asım ve Gölgeler.
Makaleleri A. Abdülkadiroğlu tarafından yayımlanmıştır.
Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958)
Şair ve yazar.
Eski nazım biçimleriyle -az da olsa değişikliğe uğratarak- yeni konuları
işlemiştir.
Aruzu Türkçede başarıyla uygulamıştır. Sadece Ok şiirini heceyle yazmıştır.
Şiirde dile, uygun kelimelerin seçilerek yerli yerinde kullanılmasına özen
göstermiştir.
Parnasizmin en önemli temsilcisidir.
Şiirde şekil mükemmelliğine, ahenge ve kafiyeye önem vermiştir.
İşlediği başlıca konu ve temalar: aşk,i tabiat, kahramanlık, ölüm, sonsuzluk.
Şiirlerinde Osmanlı hayranlığı oldukça açıktır ve İstanbul'u da şiirde en çok
işleyen şairdir. O tam bir İstanbul aşığıdır. Tevfik Fikret’in “Sis” adlı,
İstanbul'u tahkir ettiği şiirine karşı “Siste Söyleniş” adlı şiiriyle cevap
vermiştir.
Şiirleri: Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şirin Rüzgârıyla, Rubailer.
Nesirleri: Eğil Dağlar, Aziz İstanbul, Edebiyata Dair.
6. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı
Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı, Divan edebiyatının terk edilmesinden sonra
teşekkül eden Tanzimat, Servet-i Fünun, Fecr-i Ati ve Millî Edebiyat adlarıyla
anılan edebiyat tarzları vasıtasıyla oluşturulan zemin üzerine kurulmuştur.
Cumhuriyet devri edebiyatının ilk dönem eserleri değişen siyasî, sosyal ve
kültürel çerçevenin etkilerini taşır.
Dildeki sadeleşme hareketi artık yerleşmiştir.
Aruz bırakılarak hece kullanılmıştır.
Şiirde ve düz yazıda toplumun her kesiminden gelen sanatçılar sayesinde konular
oldukça genişletilmiştir. Buna bağlı olarak mekânlar da çeşitlilik kazanmıştır.
Anadolu’ya daha çok yer verilmiştir. Roman ve hikâyelerde toplum sorunları,
gözleme dayanan bir gerçeklikle anlatılmıştır.
Kurtuluş Savaşı ve bu dönemdeki toplum hayatı da konu edilmiştir.
Tiyatro eserlerinde de millî konular işlenmiştir.
a. 1940 Yılına Kadar Türk Edebiyatı
1900'den sonra doğan, ilk gençlik ve olgunluk yılları Cumhuriyet’in ilk
devresinde geçen ilk şairler nesli, şiire Yahya Kemal’in, Ahmet Haşim’in ve batı
şairlerinin etkisiyle ve kendi yaratıcılıklarının katkısıyla yeni estetik
şekiller kazandırdı.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Türkçeye Paul Valery'nin şiir görüşünü uygulayarak,
yoğun kapalı, derin şiirler yazdı.
Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967), Tanpınar'ı hatırlatan özelliklerin yer
aldığı folklor
kaynaklı değişik eserler meydana
getirdi.
Necip Fazıl Kısakürek (1905-1983) çok yönlü kişiliğinin etkisiyle ve
Türkçeyi ustaca kullandığı şiir ve piyeslerinde Anadolu insanının mistik
eğilimlerini orijinal ve modern bir üslûpla ifade etti.
Yedi Meşaleciler
Sabri Esat Siyavuşgil, Ziya Osman Saba, Yaşar Nabi Nayır, Kenan Hulusi,
Cevdet Kudret Solok, Muammer Lütfi, Vasfi Mahir Kocatürk
Bu edebî topluluk yeni bir edebiyat, farklı bir şiir anlayışı oluşturmak için
toplanmıştır.
Beş Hececiler’e karşı çıkmışlardır.
“Samimîlik, canlılık ve devamlı yenilik” ilkelerini benimsediler.
Fransız edebiyatını örnek alacaklarını bildirdiler.
Buna rağmen kendileri de Beşe Hececiler’in yolundan gitmişlerdir. Türk şiirine
herhangi bir yenilik getirmemişlerdir.
Dönemin Sanatçıları
Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967)
Avrupai şiir anlayışından âşık tarzı söyleyişe yönelmiştir.
Şiirlerinde iç duygu ve bununla birlikte gelişen hafif sesli bir musiki havası
vardır.
Şiir kitabı: Şiirler.
Tiyatroları: Koçyiğit Köroğlu, Köşebaşı, Bir Pazar Günü, Satılık Ev
Necip Fazıl Kısakürek (1905-1983)
Şiirlerinde insanın evrendeki yerini, madde ve ruh meselelerini, insanın iç
dünyasına ait çeşitli yönleri, gizli duyguları işlemiştir.
Hissi ve fikri şiir oluşturan iki unsur olarak kabul eder.
Sağlam bir dil ve üslûp; kuvvetli bir lirizm, başarılı bir teknik sahibidir.
Ağaç ve Büyük Doğu dergilerini çıkarmıştır.
Şiirleri: Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi, Sonsuzluk Kervanı, Çile
Şiirlerim.
Roman ve tiyatro türünde de eserleri vardır: Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil, Ruh
Burkuntularından Hikâyeler, Hikâyelerim.
Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956)
Sade, yalın, ahenkli bir dille, konuşma diliyle şiirler yazmıştır.
Şiirlerinde iç sıkıntılarını, karamsarlığı, özellikle sürekli korktuğu ölümü,
ama bununla birlikte yaşama bağlılığı konu edinmiştir.
Şiirleri: Otuz Beş Yaş, Düşten Güzel, Ömrümde Sükût
Nesirleri: Ziya’ya Mektuplar
Memduh Şevket Esendal (1883-1952)
Romancı ve hikâyeci.
Romanlarında kendi deyimi ile “topluma ayna tutmuştur”.
Hikâyelerinde gözlem gücü son derece güçlüdür.
Toplum hayatındaki aksaklıklara değinmiştir.
Dili temiz; anlatımı güçlüdür. Konuşma dilini kullanmıştır.
Hikâyelerinde Çehov tarzının temsilcisidir.
Romanları: Ayaşlı ve Kiracıları, Vassaf Bey.
Hikâyeleri: Hikâyeler, Otlakçı, Hava Parası, Mendil Altında, Temiz Sevgiler.
Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962)
Hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi ve şiir türlerinde eserler
vermiştir. Ama en önemli özelliği şairliğidir.
Şiirlerindeki temel unsurlar; his, hayal ve musikidir. En çok işlediği konu
zamandır. Şuuraltı da önemlidir.
Şiirlerinde sembolistlerin etkisi vardır.
Sade bir dille yazdığı şiirlerde hece ölçüsünü kullanmıştır.
Hikâye ve romanlarında dönemin toplum hayatını ve çelişkilerini ortaya
koymuştur. Psikolojik yön de önemlidir.
Dili başarıyla kullanmıştır.
Şiirleri: Şiirler.
Deneme: Beş Şehir.
Roman: Huzur, Mahur Beste, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Sahnenin Dışındakiler.
Hikâye: Yaz Yağmuru, Abdullah Efendi’nin Rüyaları.
Edebiyat: 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi.
Abdülhak Şinasi Hisar (1888-1963)
Tenkitçi ve romancı.
Nesirlerinde görgü, hatıra, tasvir ve kültür unsurları ağır basar.
Sanatlı ve uzun cümleleri vardır.
Romanları: Fehim Bey ve Biz, Çamlıca’daki Eniştemiz.
Diğer eserleri: Boğaziçi Mektupları, Geçmiş Zaman Köşkleri, Boğaziçi Yalıları.
b. Son Dönem Türk Edebiyatı
Garipçiler
Şiirlerini 1941 yılında Garip adlı kitapta toplayan Orhan Veli Kanık ve onunla
aynı tarzı paylaşan Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat, Garipçiler adıyla
anıldılar ve Türk şiirinde yeni bir akım meydana getirdiler.
Bu adı almalarında Orhan Veli’nin “Kitabe-i Seng-i Mezar” adlı şiirinin garip
tepkilere sebep olasının ve garip bulunmasının etkisi olmuştur.
Bu akımın amacı şiiri, öteden beri vazgeçilmez unsurlar sayılan vezin, kafiye,
nazım şekli, nazım birimi; şairanelik, mecazlı söyleyiş, söz sanatı ve süs gibi
unsurlardan sıyırarak, duyuların yalın ifadesi hâline getirmekti.
Bu akımda hiç bir kural ve kalıba bağlanmamak prensip edinilmiştir.
Sade bir dil kullanmışlardır.
Günlük ve sıradan konuları işlemişlerdir. Sıradan insanların problemleri, yaşama
sevinci, hayattaki gariplikler şiirlerinin başlıca konularıdır. Şiirde o zamana
kadar işlenmemiş konuları ele almışlardır.
Orhan Veli, bu tarzda yazdığı başarılı şiirlerle kendisinden sonrakileri büyük
ölçüde etkiledi.
Genç yaşında Rusya'ya giden ve oradan marksist ve materyalist bir inançla dönen
Nazım Hikmet Ran (1902-1963) Türkçenin estetiğini Mayakovski tesirleri
taşıyan yeni bir tarzda kullanarak ihtilâlci şiirler yazdı. 1960'lı yıllardan
sonra Türk Edebiyatı içinde yaygınlaşan sosyalist akımının başlangıcı bu şiirler
oldu.
Ahmet Muhip Dıranas, şiiri tamamen estetik olarak kabul eden şairlerdendir.
Aynı nesilden olan Arif Nihat Asya (1904-1976) üslûp ve ruh yönünden
zenginliğini şiirlerine aksettiren orijinal bir şairdir.
Türk edebiyatında küçük klâsik hikâye yazma geleneğinin kurucusu ve en başarılı
temsilcisi olan Ömer Seyfettin'in (1884-1920) hikâye kitapları 144 baskı
yaparken kendisi en çok okunan yazar oldu.
Sait Faik Abasıyanık (1906-1948) ve Sabahattin Ali'nin 1935 yılından
sonra yayınladıkları hikâyeler, birbirinden farklı iki yeni çığır açtı.
Sait Faik, konuları İstanbul'da geçen ve şahsî izlenimlerine dayanan şiir
duygusuyla dolu hikâyeler yazdı.
Materyalist bir dünya görüşüne sahip olan Sabahattin Ali, dış tasvirlere ve sade
olaylara fazla önem veren hikâyeler yazdı. Bu iki yazarla birlikte 1960'lı
yıllardan sonra yoğunlaşan günlük olaylar, düşünce ve beklentiler edebiyata
girmeye başladı.
Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956) aynı sadeliği, vezin ve kafiyeyi
kullanarak sağladı. Tarancı mısra içindeki belirli durakları kaldırarak veya
değiştirerek hece vezninde yenilik yaptı.
Bu neslin dünya görüşü Andre Gide'in tesiri ile varlık ötesi geçmiş ve gelecek
tasavvurları olmaksızın anlık duyumlara dayanıyordu.
Sait Faik'in eserleri de dahil olmak üzere bu grubun eserlerinde yaşama sevinci
hâkimdir.
Serbest şiir hızla yayılmış, Asaf Halet Çelebi, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet
Necatigil gibi başarılı temsilciler yetişmiştir.
Asaf Halet Çelebi bazı şiirlerinde doğu mistisizmi ile tasavvufu
birleştirdi.
İlk şiirlerinde serbest çağrışımlara yer veren Fazıl Hüsnü Dağlarca, şuur
altının karanlık akımlarını ifade eden sembollerle dolu orijinal şiirler yazdı.
Behçet Necatigil, şiirlerinde büyük şehir hayatı içinde ezilmiş ve kaybolmuş
insanın kırık, karanlık, dolaşık duygularını anlattı. Şiirlerinde ahengi ihmal
eden Necatigil, divan şiirinde olduğu gibi, gittikçe derinleşen bir arka plânı
işlemiştir.
1950 yılından itibaren Türk yazar ve şairlerinin büyük bir kısmı, hayat
görüşlerini "toplumsal gerçekçilik" adıyla edebiyata uyguladılar. Bu dönemde
Batıdan gelen varoluşçuluk ve gerçeküstücülük akımları da hayata bakış tarzıyla
beraber eserlerinin kompozisyon ve üslûbunu da değiştirdi.
Son kırk yıllık Türk Edebiyatı Batıdan gelen akımlar, sosyalist dünya görüşü,
millî ve dinî yaklaşımlar ve çok partili dönemde çeşitlenen politik tercihler
doğrultusunda fevkalâde çeşitlilik göstermekte, edebiyat çok kere vasıta gibi
kullanılmakta ve yeni arayışlar içinde görünmektedir.
Kısa zaman içinde büyük şöhret kazanan veya adını pek az duyurabilen yazar ve
şairlerin Cumhuriyet terkibi paralelinde kurulmakta olan yeni edebiyat
geleneklerine katkıda bulunmalarına rağmen, bunlar hakkında objektif tenkitler
yapmak ve edebiyat tarihindeki yerlerini belirlemek mümkün olamamaktadır.
Özellikle 1960'lı yıllardan sonra yetişen kadın yazar ve şairlerin sayılarının
artmış olması, feminist akımın da diğer pek çok akım gibi Türk Edebiyatı içinde
yer almasını sağlamıştır.
1950-1986 yılları arasında isimleri en çok duyulan ve okunan roman ve
hikâyeciler şöyle sıralanabilir:
Halide Nusret Zorlutuna, Nihal Atsız, Safiye Erol, Tarık Dursun K., Atilla
İlhan, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Mustafa Necati
Sepetçioğlu, Firuzan, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Tomris Uyar, Emine Işınsu,
Sevinç Çokum, Selim İleri, Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Bekir Büyükarkın,
Necati Cumalı, Haldun Taner, Mustafa Kutlu, Muhtar Tevfikoğlu, Bahaettin Özkişi,
Durali Yılmaz, Rasim Özdenören, Şevket Bulut.
Bu dönemin şairleri:
Behçet Kemal Çağlar, Necati Cumalı, Ümit Yaşar Oğuzcan, Bekir Sıtkı Erdoğan,
Atilla İlhan, Yavuz Bülent Bakiler, Mehmet Çınarlı, Mustafa Necati Karaer, Munis
Faik Ozansoy, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, İlhan Geçer, Bedri Rahmi Eyüpoğlu,
Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Bahaettin Karakoç'tur.
Fazıl Hüsnü Dağlarca (1914-)
Çağdaş Türk şiirinde başlı başına bir 'ekol' olan Fazıl Hüsnü Dağlarca, şiire
soyut konularla başlamıştır. Yaratılışı kâinatın sırlarını araştırmaya çalışır.
Sonraları kahramanlık konularını, destansı konuları işlemiştir.
Şiirleri, destanlar, toplumcu-gerçekçi şiirler ve felsefi-lirik şiirler olarak
sınıflandırılabilir.
Eserleri: Çocuk ve Allah, Çankırı Destanı, Anıtkabir, Üç Şehitler Destanı, Yedi
Memetler...
Ahmet Muhip Dıranas (1909-1980)
Şiirlerinde Anadolu’yu, memleket manzaralarını ve tarih sevgilerini işleyen
destansı şiirleri yazmıştır.
Baudelaire’den etkilenmiş ve onun havasını yansıtan şiirler yazmıştır.
Ölçü ve kafiyeye sıkı sıkıya bağlıdır.
Sese ve ahenge önem verir.
Eserleri: Şiirleri, Gölgeler, O Böyle İstemezdi...
Orhan Veli Kanık
Şiirleri Garip ve Vazgeçemediklerim adlı şiir kitaplarında toplanmıştır.
Manzum fabl çevirileri de vardır.
Günlük yaşamı konu edinir.
Yer yer alacı bir üslûbu vardır.
Şiirle ilgili görüşlerini Garip adlı kitabının ön sözünde yazmıştır.
Sait Faik Abasıyanık (1906-1954)
Hikâyeleri ile tanınır.
Yazmanın kendisi için bir ihtiyaç olduğuna inanmıştır.
Gözlemci ve gerçekçi bir yazardır.
Toplumu konu alan hikâyelerinde toplum sorunlarına değinmiştir.
Anlatımı samimidir.
Kişileri yaşadıkları çevreye göre ele alır.
Deniz, tabiat, yaşlı bir adam, bir boyacı çocuk, balıkçı kahvesi gibi unsurlar
ve benzeri küçük ve ayrıntı sayılabilecek unsurlar onun hikâyelerinde sık sık
görülür.
Hikâyeleri yapmacıktan ve sanat kaygısından uzaktır.
Zaman zaman argo sözlere de yer vermiştir.
Hikâyeleri: Semaver, Lüzumsuz Adam, Şahmerdan, Sarnıç, Havada Bulut, Kumpanya,
Tüneldeki Çocuk, Alemdağda Var Bir Yılan
Falih Rıfkı Atay (1904-1971)
Gezi türündeki eserleriyle tanınır.
İnceleme, makale, anı ve fıkra türlerinde eserler vermiştir.
Atatürk’ün yakınında bulunmuş ve
onunla ilgili anıları ile şöhret sağlamıştır.
Nesir dilinin gelişmesine katkıda bulunmuştur.
Eserleri: Ateş ve Güneş, Zeytin Dağı, Deniz Aşırı, Tuna Kıyıları, Bizim Akdeniz,
Çankaya...
Peyami Safa (1889-1961)
Roman, hikâye, makale, fıkra türünde eserleri vardır.
1918’de çıkardığı “Yirminci Asır” adlı gazete ve bu gazetede çıkan “Asrın
Hikâyeleri” ile tanındı.
Romanlarıyla üne kavuşmuştur.
Sanat değeri olan eserlerinde Peyami Safa adını; para kazanmak amacıyla yazdığı
eserlerinde “Server Bedi” takma adını kullanmıştır.
Romanlarında psikolojik tahlillere önem verir.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda kendi hayatının bir bölümünü kahramanın hayatı
gibi anlatmıştır.
Çeşitli gazetelerde yayımlanan makale ve fıkraları “Objektif” adı altında seri
hâlinde yayımlandı.
Romanları: Sözde Kızlar, Mahşer, Canan, Fatih-Harbiye, Matmazel Noralya’nın
Koltuğu, Biz İnsanlar, Yalnızız, Şimşek, Bir Akşamdı, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu,
Bir Tereddüdün Romanı, Cumbadan Rumbaya, (Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü,
Bektaşiler Arasında Bir Genç Kızın Hatırası, Bodrumda Kalanlar, Altın Kupa,
Bıçağı Sapla, Al Kanlar İçinde, Attila (tarihi roman),
Hikâyeleri: Küçük Alp’in Yıldızı ve Bir Varmış Bir Yokmuş (çocuk hikâyeleri)
Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) (1886-1963)
Üç yıllığına sürgüne gönderildiği Bodrum’a yerleşmiş ve kendisine Bodrum’un
antik çağdaki ismi olan “Halikarnas” adını almıştır.
Denize sonsuz bir hayranlıkla bağlıdır.
Eserlerinde Ege’yi, Akdeniz’i, buralardaki hayatı, balıkçılarını, gemicilerini,
süngercilerini konu edinmiştir.
Zengin denizci sözlüğünden yararlanmıştır.
Roman ve hikâyelerinde teknik ve üslûp başarılı değildir.
Eserleri: Aganta Burina Burinata, Mavi Sürgün, Merhaba Akdeniz, Ege’nin Dibi,
Yaşasın Deniz..
Nurullah Ataç (1898-1957)
Eleştiri ve deneme türünün yerleşmesinde etkili olmuştur. Daha çok eleştiri
yazmıştır.
Türkçenin özleşmesinde de katkıları ve desteği olmuştur.
Arı bir dil kullanmıştır.
Fransızcadan çeviriler yapmıştır.
Devrik cümlelerin yerleşmesi için de uğraşmıştır.
Eserleri: Günlerin Getirdiği, Karalama Defteri, Günce, Söz Arasında, Diyelim...
Suut Kemal Yetkin
Deneme ve eleştiri yazarıdır. Denemeleriyle meşhurdur. Özlü ve yoğun denemeleri
vardır.
Felsefe, sanat, estetik ve güzel sanatlar konularında eserleri vardır.
Açık ve akıcı bir üslûbu vardır.
Dili çok iyi kullanır.
Eserleri: Edebiyat Üzerine, Yokuşa Doğru, Günlerin Götürdüğü, Düşün Payı, Edebî
Meslekler...
Yaşar Kemal (1922-)
Asıl adı Kemal Sadık Göğceli’dir.
Edebiyata folklor çalışmalarıyla başlamıştır.
Alışılmıştan farklı köy romanları yazmıştır.
Kişilerin iç dünyaları üzerinde durmuştur. Köylüleri de aynı şekilde
anlatmıştır. Tabiata ve halka büyük önem verir.
Sanatlı ve şiirli bir dil kullanır.
Kahramanlarını yerli dilleriyle birlikte ele alır.
Romanlarında yer olarak daha çok Çukurova ve Toroslar geçer.
Eserleri: İnce Memed, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu, Çakırcalı Efe...
Orhan Kemal (1914-1970)
Asıl adı Raşit Öğütçü’dür.
Hikâye ve romanlarında hayatın değişik yönlerini ve kişilerini işlemiştir.
Bir yandan Anadolu’yu işlerken diğer taraftan büyük şehir hayatını yansıtmaya
çalışmıştır.
Toplumcu gerçekçiliği en çok işleyenlerdendir.
Hikâyeleri: Ekmek Kavgası, Arka Sokak, Kardeş Payı...
Romanları: Baba Evi, Hanımın Çiftliği, Gurbet Kuşları, Kanlı Topraklar..