Kitap Özetleri
TOM SAWYER
Kitabın Adı:
Tom
Sawyer
Yazarı:Mark Twain
Kitabın Özeti
Hikayede Tom‘un cezadan kurtulmak için herkesi şaşkına çevirecek zeka oyunlarını
ve sonunda bunlardan nasıl kurtulduğunu yazıyor. Tom hikayede kendi dünyasında
(nehirlerin, ormanların, mağaraların ve adaların dünyasında) bir kahraman gibi
yaşar.
Tom, Missouri’ye bağlı St. Petersburg köyündeki “haşarı” çocuklardan biridir.
Pervasız, tembel, çıldırtıcı ölçüde meraklı olan bir okul çocuğu ve teyzesi
Polly Teyze için tam bir baş belasıdır. Bir gün Tom, Huck, Joe herkesten gizli
bir plan yapar ve adaya kaçar. Herkes onları öldü sanıp cenaze töreni yapar ama
törende ortaya çıkınıca herkes oyun olduğu anlaşılınca herkes onlara karşı tavır
alır. Ama Tom ve Huck bu iştende kasabada yaşayan Bayan Douglas’ı öldürmek için
plan yapan haydutları ortaya çıkararak kurtulur. Daha sonra haydut Kızılderili
Joe’yu hapse atarlar. Ve onun definesinin yerini tek bilenler olarak Tom ve Huck
defineyi yerinden çıkarır zengin bir hayat sürerler.
Hikayedeki Kişiler :
Tom Sawyer: Haylaz ve yarmazda olan zeki bir çoçuktur.
Huckleberry Finn: Mahallenin en haylaz çocuğu olan Huck, Tom’dan eksik bir yanı
olmayan mahalle çocukları haricinde kimsenin sevmediği biridir.
Polly Teyze:İyi kalpli ama çok sinirli görünen ve yaşlı bir kadındır.
Joe:İçine kapanık olan Joe kendi dünyasında korsan olmak isteyen bir çoçuk.
Gulliver’in Gezileri
‘Gulliver’in Gezileri’, dört ayrı yolculu u anlatır. İlk yolculuk cüceler
ülkesine, ikincisi devler ülkesine, üçüncüsü ise bilim adamlarının yaşadı ı uçan
adayadır. Bu üç bölüm de siyasetin ve bilim dünyasının bir parodisini içerir.
Son bölüm ise Houyhnhnm’ler ile Yahoo’ların ütopik ülkesine yapılan yolculuktur.
Bu ülkede atlar, yani Houyhnhnm’ler, aklı başında yaratıklardır ve kardeşlik
için kurdukları uygarlıkta yaşamaktadırlar. Dillerinde, ‘yalan’ sözcü ü bile
yoktur.
Biyolojik olarak insan türünden gelen Yahoo’larsa, tamamen vahşi ve erdemden
yoksundurlar. Atların, insanları ahırların hizmetçileri olarak kullandıkları bir
ülkede yaşarlar.
Gulliver, atların uygarlı ını anlata anlata bitiremedi i gibi onlara öyle hayran
olur ki, ülkesine döndü ünde insanların ne görüntüsüne ne de kokusuna dayanamaz.
Kendisine iki at satın alıp bütün vaktini onlarla birlikte ahırda geçirmeye
başlar.
Başka bir özet
Macera tutkusuyla yola çıktığı geminin batmasıyla minik insanlar ülkesine düşen
Gulliver; ilk yolculuğunda Lilliput’lulara yardım etmesine karşılık, onların
düşmanı olan Blefuscudia ülkesi insanlarını tamamen Lilliput’luların kölesi
yapmadığı ve karşı tarafın donanmasını ellerinden aldığı için ölüm tehlikesiyle
karşı karşıya gelir. Zorlukla İngiltere’deki evine dönen Lemuel, yeniden değişik
heyecanlar yaşamak isteğiyle dolunca bu kez Hindistan’a gitmek amacıyla
“serüven” adlı bir gemiye biner. Gemi yolda kaybolarak bir sahile çıkarlar.
Gulliver, diğer yolcu ve gemicileri de kaybederek kendisini devler ülkesinde
bulur. Burada bir köylü kendisini farkedip alarak evine getirir ve dokuz
yaşındaki kızı Glumdalclitch’i eğlendirmesi için alıkoyar. Brombdingnag
ülkesindeki devler, Lilliput halkına karşıt, kaba ve hoyrat insanlardır.
Glumdalclitch’in babası Gulliver’i diğer devlere kafes içinde sergileyerek para
kazanma hevesindedir. Birgün adam onu kraliçeye satar. Gulliver küçüklüğünden
dolayı ezilme, farelere yem olma gibi çeşitli tehlikeler içinde yaşamaktadır. O
ülkeden de kaçmayı başaran Lemuel, ülkesine döner ama yine birgün yollara
düşecektir: Bu kez korsan saldırısına uğrayan gemisinden alınıp tek başına bir
sandalla denizin ortasına bırakılır. Zorlukla çıkabildiği Barnibaldi adlı uçan
adada yaşayan Laputa ülkesinin insanları hayatta sadece iki şeyle
ilgilenmektedir: müzik ve matematik. Burada da giysileri vücutlarına uymayan,
evleri ters duran normal boyuttaki insanların yaşadığı soyut bir dünyanın içinde
bulur kendisini. Bu dünyada her şey tersine işlemektedir. Bu ülkede de çeşitli
serüvenler yaşayan Lemuel Gulliver sonunda insanlardan soğumaya, giderek nefrete
dönüşen bir tepki duymaya başlar. Onu, bu düşüncelerinden Kaptan Mendez’in
sabırlı tutumu kurtaracaktır.
Ömer’in Çocukluğu
Kitabın Adı : Ömer’in Çocukluğu
Yazarı : Muallim Naci
Türk edebiyatının önemli ve yenilikçi isimlerinden biri olan Muallim Naci’nin
çocukluk hâtıralarından oluşan “Ömer’in Çocukluğu” isimli eserinde yazar,
kendine özgü çocuk dünyasını, mahallesini, arkadaşlarını, ailesini, hocalarını
bize anlatıyor. Ama bu anlatımı öyle güzel bir üslûpla yapıyor ki zaman zaman
Ömer’le ağlıyor, bazen de Ömer’le eğleniyoruz ve yaşadıklarıyla
heyecanlanıyoruz. Yazarın dili o kadar tatlı ve cazip ki, o dönemden bu yana
çocukluğun tadının hiç değişmediğini fark ediyoruz sayfalar arasında dolaşırken.
“Ömer’in Çocukluğu” çocuk edebiyatımızın, hâtıra edebiyatımızın muhteşem ve
unutulmaz bir örneğidir. Bu eseri okuyup da sevmeyen yok gibi. Büyüklere de
hitap ediyor çünkü, küçüklere de. Muallim Naci’nin en yaygın eseridir “Ömer’in
Çocukluğu”. Zira birebir yaşanmış olayları aktarmakta, yaşanmış küçüklük
hâtıralarını dile getirmektedir. Yazarın son derece canlı, çarpıcı ve lirik bir
üslûp ile anlattığı olaylar zinciri, biz büyükleri de çocukluk yıllarımıza
götürmektedir. Eserde, medeniyetimizin temel taşlarından olan mahallenin
kendisine has dünyasını, okulda geçen serüven dolu günleri, yazarın babasının
ölümü dolayısıyla ailesinin yaşadığı üzüntüyü, ağabeysinin bir anlamda ona
öğretmenlik yapmasını ve tabiatıyla yaramazlıklarını okurken kimi zaman
eğleniyor, kimi zaman da hüzünleniyoruz.Muallim Naci, bütün bu yaşanmışlıkları
öylesine hoş ve ilgi çekici bir dille anlatıyor ki, o dönemden bu yana
çocukluğun tadının değişmediğini anlıyoruz. Yani çocuk her zaman çocuktur.
“Ömer’in Çocukluğu”, ya da hepimizin çocukluğu…
Ömer’in Çocukluğu – Muallim Naci, Hazırlayan: Mehmet Nuri Yardım, Bordo Siyah
Yayınları, İstanbul 2006, 92 sayfa.
Murtaza (Orhan Kemal)
Kitabın Konusu: Murtaza’nın unvan namus şeref işini hakkıyla yapma uğruna
yaşadığı olaylar edindiği düşmanlıklar ve yaptığı mücadele anlatılır.
Kitabın Anafikri : İnsanın sorumlulukları vazifesi hayatındaki her şeyden önce
gelmelidir.
Yardımcı Fikirler:
1)İnsan vazifesini hakkıyla yerine getirmelidir.
2)İnsan hayatında sorumluluklarına paradan daha çok önem vermelidir.
3)İnsan vazifesini yaparken akrabalarına yakınlarına torpil geçmemelidir
4)Ebeveynler çocuklarını yetiştirirken iyi yetiştirmelidirler.
5)İnsan hayatında paradan daha önemli şeyler olduğunu unutmamalıdır.
6)Çalışanlar görevlerinde üstlerine karşı saygılı olmalıdır.
7)İnsanları düşünceleri alay konusu yapılmamalıdır.
8)Çocuklar babalarını kandırmamalıdır ve karşı gelmemelidirler.
9)Resmi yerlerde memur gibi üst görevlilere torpil geçilmemelidir.
Kitabın Özeti:
Murtaza Yunanistan’dan mübadeleyle Çukurova’ya gelmiş bir muhacirdir.Kolağası
Hasan dayısı gibi asker olup savaşarak şehit olmak en büyük isteğiydi.Mübadele
yapıldıktan sonra Çukurova’ya gelen muhacirler topraklarını satıp konaklar evler
alacak kadar zengin olmuşlardır.Murtaza ve onun gibi düşünenler ise ezan
seslerine kavuştukları için şükretmiş mal mülk istememişlerdir.Murtaza mal mülk
istemese de ailesi istemiştir.Erkek kardeşi zengin olmayı başarmıştır.Annesi
parasızlıktan ölmüştür.Kız kardeşiyle Murtaza İstanbul’a gelmişlerdir.Murtaza
Çukurova’da bir kızı tanımış beğenmiştir.Kızı beğenmesinin ası nedeni kızın
babasının da Murtaza gibi düşünüp zengin olma derdine düşmemesidir.Murtaza daha
sonra bu kızla evlenmiştir.Kız kardeşi de birisiyle evlenmiştir.Murtaza’nın en
büyük hayali dayısı gibi askerlik ile ilgili bir görev alıp savaşlarda şehit
olmaktı.Ama istediği olmadı askerlikle ilgili bir meslek bulamadı.O da üniforma
giyebilmek için mahalle bekçisi oldu ve işini titizlikle yaptı.Hırsızlara,
haksız kazanç sağlayanlara, mahalleyi rahatsız edenlere göz açtırmadı çünkü ona
göre her ne meslek olursa olsun önemeliydi ve düzgün yapılmalıydı.Mahalleli
bundan rahatsız oldu ve türlü türlü oyunlar yaptıysadalar Murtaza’dan
kurtulamadılar.Mahallelinin komiseri de Fen Müdürü olan arkadaşı Kamüran’ın
fabrikadaki bozulan disiplinini görünce ona Murtaza’yı tavsiye etti.Böylece
Murtaza fabrikaya gece kontrolü oldu.Murtaza hep erkek çocuğunun olmasını
istedi, onun dayısına benzemesini ve onun gibi asker olup savaşlarda şehit
olmasını istedi.Kız çocuklarından sonra erkek çocuğu oldu adını da Hasan
koydu.Hasan istediği gibi dayısına benzemedi.Futbola düşkün oldu babasının
istediği gibi askeri okula gitmedi sanat okuluna gitti.Murtaza da umudunu yeni
doğan çocuğu Hasan’a sakladı.Murtaza yeni doğan çocuğunun da ismini Hasan
koymuştu.Murtaza küçük oğlu Hasan’ın istediği gibi olduğunu sanıyordu.Oysa Hasan
babasını kandırıyordu.Babası büyüyünce hangi okula gideceksin diye sorduğunda
Kuleli Askeri Lisesi dediğinde Murtaza çok seviniyordu dünyalar onun
oluyordu.Aslında Hasan babasını kandırıyor babasından para alabilmek için öyle
söylüyordu.Murtaza bunu anlamıyordu.Murtaza çalışmaya başladığı fabrikada
işçiler tarafından sevilmedi.Çünkü işçiler işten kaytarıyor işlerini
aksatıyorlardı.Murtaza’da onlara engel olduğu için işçiler onu sevmediler
onlarda mahalledekiler gibi türlü oyunlara başvurup işten atılması için
çalıştılar ama başarılı olamadılar.Çünkü fen müdürü Murtaza’ya güveniyor ona tam
yetki veriyordu.Öyle ki hemşerisi Nuh bile buna şaşırıyordu.Bunun nedeni ise
fabrikanın bozulan disiplininin Murtaza’nın sayesinde düzelmesiydi.Murtaza’nın
küçük oğlu Hasan babasını kandırmakla kalmadı ve bir gün bakkaldan ekmek çaldı.Murtaza
bunu duyunca çok üzüldü adeta yıkıldı.Bakkal mahkemede Hasan’ı affedip cezasını
iptal ettirecekti ama Murtaza oğlunun bu yaptığını ona hiç yakıştıramadı ve onu
affetmedi mahkemede hakime cezasını çekmesi gerektiğini söyleyip salonu terk
etti.
ANA DÜĞÜM:Murtaza dayısı gibi savaşarak şehit olabilecek mi?
ARA DÜĞÜMLER:
1)Murtaza askerliğe yakın olarak hangi mesleği bulacak?
2)Mahalleli Murtaza’yı kovabilecek mi?
3)Murtaza’nın erkek çocukları dayısına benzeyecek mi?
4)Murtaza fabrikada tutunabilecek mi?
5)Fen müdürü işçilerin şikayetlerini kabul edecek mi?
6)Murtaza fabrikaya giren hırsızı yakalayabilecek mi?
7)Murtaza’nın kızı Firdevs hastalığından kurtulabilecek mi?
8)Murtaza küçük oğlu Hasan’ın onu kandırdığını anlayacak mı?
9)Murtaza’nın küçük oğlu Hasan ceza alacak mı?
10)Murtaza küçük oğlu Hasan’ı affedecek mi?
FİGÜRLER:
Murtaza:Romanın ana kahramanıdır.Sivri uzun burunlu, kalın kapkara kaşlı, geniş
alınlı, yeşil gözlüdür.Sorumluluklarını vazifesini çok iyi bilir,vazifesini her
şeyi üstünde tutar cesur bir muhacirdir.
Murtaza’nın Karısı:Mavi gözlü, zayıf, paraya önem veren ünvana şerefe önem
vermeyen bir kadındır.
Kamüran:Fabrikanın fen müdürüdür.Laubali her şeyi ciddiye almayan ama
gerektiğinde de ciddi ve doğru davranmasını bilen her zaman Murtaza’nın
arkasında olan peşin hükümlü olmayan çapkın eğlenceye düşkün akıllı biridir.
Akile Hala:Zeki yardımsever düşünceli hep Murtaza’nın yanında olan onu düşünen
biridir.
Kontrol Nuh:Kalın kemikli, geniş yüzlü tilkiyi andıran bir yüzü vardır.Laubali
işini ciddiye almayan, yalaka, çıkarlarını düşünen, Murtaza’dan nefret eden Fen
müdürünün hemşerisi şımarık biridir.
Azgın Ağa:Kaba bıyığı püskül püskül kaşları bir doksan boyunda iri yarı
zamanında savaşlar katılmış mert bir adamdır.
Hasan:Murtaza’nın büyük oğludur.Zayıf uzun boylu annesi gibi mavi gözlü akıllı
biridir.Babasını sevmez futbola düşkündür.
Hasan:Murtaza’nın küçük oğludur.Murtaza büyük oğlu dayısına benzemediği için
küçük oğlunun da adını Hasan koymuştur.Ama küçük oğlu Hasan da babasını sevmez
ve onu kandıran kötü biridir.
ZAMAN:Romanın geçtiği zaman verilmemiştir.Kitapta
Murtaza 1925’lerden sonraki mübadelede Türkiye’ye göç etti.
1946-47’lerde yurdun her yanı demokrasi naralarıyla çalkalandığı…
gibi cümlelerin yanında;yarın,gece yarısı,ikindi saati,bir saat 45
dakika,öğle,akşam üstü gibi kozmik zamanlar da kullanılmıştır.
MEKAN:Çukurova,Yunanistan, İstanbul,
kahvehane,fabrika,iplikhane,dokumahane,mahalle,
karakol,lokanta,ev,bakkal dükkanı olayların yaşandığı yerlerdir.
ANLATICI-ANLATIM ŞEKİLLERİ VE ANLATIM TEKNİKLERİ:Olaylar kamera sessizliğinde
gözlem yapılarak anlatılmıştır.Yani gözlemci figür bakış açısı
kullanılmıştır.Romanda geriye dönüş tekniği de kullanılmıştır.Leitmotif
tekniğine yer verilmiştir.Murtaza’nın ‘Yukarda Allah Ankara’da devlet burada da
ben’ sözü romanda geçen leitmotif örneğidir
BAKIŞ AÇISI:.
Anlatıcı; beğenen taktir ve tasdik eden, tenkit yönelten ve özeleştiride bulunan
bakış açısı sergilemiştir.
DİL:Yazar herkesin konuştuğu ortak dili kullanmıştır ve herkesin anlayabileceği
bir dil kullanmıştır.Yabancı terimlere yer vermemiş sade yalın anlaşılır bir dil
kullanmıştır.
ÜSLUP:Yazar hem uzun hem kısa cümlelere yer vermiştir.Tasvirlerde bulunurken
uzun cümleler kullanmayı tercih etmiştir.Edebi sanatlara, tamlamalara yer
vermemiş akıcı olmasına özen göstermiştir.Bazı tekrarlanan tasvir cümleleri
romanın akıcılığını bozsada roman bundan olumsuz şekilde etkilenmemiştir.
HÜKÜM VE SONUÇ:Orhan Kemal yazılarında gerçeklilik çizgisinde yalın açık bir
anlatım kullanır.Bu romanında bu özelliğini devam ettirmiştir.Değişik olarak o
kendine has köy, Anadolu tasvirlerine yer verememiştir.Bunun nedeni olarak
romanın İstanbul’da geçmesini gösterebiliriz.Eserde kendi görüşlerini direkt
olarak ifade etmemiştir ama kahramanları aracılığıyla zaman zaman düşüncelerini
yansıtmıştır.
Orhan Kemal Murtaza romanında dönemin şartlarını açık anlaşılır okuyucuyu
sıkmayacak şekilde sade gerçekçi bir dille anlatmıştır.
Lev Nikolayeviç Tolstoy (9 Eylül 1828 – 20 Kasım 1910)
Büyük bir rus yazarı, fikir, eğitim, sanat dünyasının en ünlü kişilerinden
biridir. Zengin bir ailenin çocuğu olarak Yasnaya-Polyana’da doğdu. Çok küçük
yaşlarında önce annesini, sonra babasını kaybetti, yakınlarının elinde büyüdü.
Çocukluğundan beri gerçekleri incelemeye karşı büyük bir ilgisi vardı.
Öğrenimini tamamlamak için Moskova’ya gitti. Çalışkan zeki bir öğrenci olarak
başarı ve sevgi kazandı. Fransızcasını ilerletmiş, Voltaire’i ve J. J.
Rousseau’yu okumuş, bu iki yazarın kuvvetle etkisinde kalmıştı. Yasnaya-Polyana’ya
döndü, yoksul köylüler arasına katıldı. İlk eseri olan “Çocukluk’u” bu sıralarda
yazdı.
Bir süre sonra orduya girdi; Kafkasya’ya gitti. Kafkas halkının yoksulluk dolu
yaşayışlarını ele aldığı izlenimlerle ilk gerçekçi hikayelerini yazdı. 1854′te
Kırım savaşı’na subay olarak katıldı. Sonra askerlikten ayrılıp Petersburg’a
gitti. Bir kısım eserlerini oldukça sakin geçirdiği o yıllarda yazdı. Gene de
içinde aradığını bulamayan bir ruh çalkalanıyordu. Batı Avrupa ülkerinde uzun
bir gezintiye çıktı. Almanya, Fransa, İsviçre’de dolaştı. Yurduna dönüşünde gene
Yasnaya-Polyana’ya yerleşti. Asalet ünvanlarından, lüksten sıkılıyordu. Köyünde
bir okul kurdu. Bu okul, öğrenim, eğitim bakımından yepyeni bir kurumdu. Huzura
kavuştuğuna kanaat getirdikten sonra, 1862′de evlendi.
Tolstoy evlendiğinde karısı Sophie Behrs 16 yaşında idi.Bu evlilik onun düzenli
bir hayat özlemini giderecekti.Karısına önceki yaşamı,özelliklede yanlarında
çalışan kadın kölelerle olan cinsel ilişkileri anlattığı günlüklerini
evlendikleri gün okuması için vermiş ve önceki hayatındaki yaptığı yanlışları
öğrenmesini istemiştir.Fakat cinselliğe düşkünlüğü evlilikleri boyunca sürdü.Bu
evlilkten 12 cocukları oldu bu çocuklardan 5′i öldü.Eserlerinin en kuvvetli olan
iki romanı “Savaş ve Barış” ile “Anna Karenina’yı”, bu sıralarda yazdı.Karısı
eserlerini yazmasında en büyük yardımcısıydı,hatta “Savaş ve Barış”ı 12 kez
düzeltmelerini yapıp yazmıştır. Aradan bir süre geçince yeniden, bu sefer
eskilerden daha şiddetli bir moral çöküntüsüne uğradı. Geniş halk yığınlarının,
özelikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzüyordu. Bütün servetini
köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. Kaba saba giyiniyor,
giydiği her elbiseyi kendisi dikiyordu. Değişmeyen tek tarafı bıkıp usanmadan
yazmasıydı. “Kruetzer Sonat”, “Efendi ile Uşak”, “Karanlıkların Gücü”, “İman
nedir”, “İnciler”, “Kilise ve Devlet”, “İtiraflarım” hep bu yılların
ürünleridir.
Eserlerinde insanlığın çeşitli meselelerine değinen Tolstoy’un dünya ölçüsünde
bir sanat ve fikir değeri vardır. Kendi ülkesinin toplumsal siyasal
çalkantılarını, halkının yaradılışını, yaşayışını gerçekten büyük bir ustalıkla
yansıtmıştır. Gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden olduğu kadar, bir
filozof bir eğitimci olarak da ün kazanmıştı. Yukarıda sayılanların dışında
“Diriliş”, “Gençliğim”, “Çocukluk”, “Hacı Murat (roman)”, “Ayaklanış”, “Sergey
Baba”, “Tanrı Bizim İçimizdedir”, “Kazaklar”, “Tesadüf”, “İki Süvari” gibi
eserleri vardır.
82 yaşında vefat eden Tolstoy birçok kez büyük sıkıntılar yaşamıştır.Tolstoy
ömrünün son yıllarını büsbütün derbeder bir şekilde geçirdikten sonra, bir
küskünlük sonucunda, evini bırakıp yollara düştü. Bir gün küçük bir kasaba
istasyonunda, hayata gözlerini yumdu.
Romanları
Anna Karenina
Diriliş
Savaş ve Barış
İtiraflarım
Kereutzer Sonata
İnsan Ne İle Yaşar?
Hacı Murat
Öyküleri
Ağdaki Kuşlar
Ateşi Kıvılcımken Söndürmeli
Baskın
Davulun Sesi
Efendi ile Uşak
Erik Çekirdeği
İvan İlyiç’in Ölümü
Masalları
Fil ile Tilkiler
Masallar
Tolstoy’dan Masallar
Günlük ve Mektuplar
Tolstoy’un Günlüğü
Vatan Yahut Silistre
Kitabın Adı : Vatan Yahut Silistre
Yazarı : Namık Kemal
Kitabın Özeti
KONUSU: Siliistre bugünkü Bulgaristan’da Tuna ırmağının kıyısında, bir kenttir.
1388 yılında Türkler tarafından fethedilen Silistre, 1853-1856 Kırım Savaşı
sırasında çok kalabalık bir Rus ordusu tarafından kuşatılmış, Musa Hulusi Paşa
kumandanlığındaki Türk kuvvetleri kırk gün boyunca, kaleyi kahramanca savu
nurlar.
Kitapta, asıl verilmek istenen Vatan Sevgisi’dir. Bunun ya nında, Silistre
Kalesİ’ne yardıma koşan gönüllüler ve bunlardan İslam Bey ile Zekiye’nİn aşkı da
anlatılmaktadır.
Kısa Özeti
İslam Bey, gönüllü olarak orduya gideceğinden dolayı uzaktan sevmekte olduğu
Zekiye ile vedalaşmak üzere onun odasına girer. Zekiye’ye, kendisi hakkında
beslediği sevgiyi anlatır. Kız da ona karşı kayıtsız olmadığı gibi, onun
arkasından o da erkek elbisesi giyerek gönüllüler takımına karışır, Silistre’ye
kadar gider. Silistre’de kuşatma altında kalırlar. Bu arada İslam Bey yaralanır,
ona, Âdem ismini almış olan Zekiye bakar. Yaralı olduğu halde İslam, yanında
Abdullah Çavuş ve Zekiye ile düşman cephanesini ateşlemek üzere giderler.
Dönüşlerinde düşman kuşatmayı kaldırıp çekilmiş vaziyette bulurlar. Kumandan
Sıtkı Bey de. Zekiye’nin vaktiyle bir namus meselesinde itaatsizlik ettiği için
keçe külah edilmiş olduğundan asıl adı olan Ahmet’i değiştirip Sıtkı’yı
kullanarak yeniden askerlikte rütbesi kazanmış olan babası çıkar. İslam ile
Zekiye’nin düğünleri kazanılan savaşın mutluluğuyla birlikte yapılır.
GENİŞ ÖZETİ:
Birinci Perde:
Zekiye, odasında uzanmış kendi kendine İslam Bey’e olan aşkını anlatmaktadır.
İslam Bey ise, bu sırada, veda etmek için Zekiye’nİn penceresi etrafında
dolanmaktadır. Sesi duyunca, kendisini gösterir. Zekiye utanmıştır.
İslam Bey, Silistre’ye yardıma giden gönüllülerden olmaya kararlıdır. Bunu
Zekiye’ye söyleyince, sevgisi çok büyük olan Zekiye’nİn, haliyle üzüntüsü de
büyük olmuştur. Bu yüzden İs lam Bey’i bu kararından vazgeçirmeye çalışır. İslam
Bey ise ataları arasında tam kırk iki şehit bulunduğunu, bu kadar şehidi olan
bir ailenin ferdine kaçmanın yakışmayacağını belirtir.
Zekiye ise kardeşini şehit vermiş, yıllar önce cepheye giten babasından ise
yıllardır bir haber alamamıştır.. Şimdi de hayatta tek sevdiği İnsandan
ayrılmak, ona kat be kat zor gelmektedir. Yine de, onu sevgi ile uğurlar. İslam
Bey, “Yaşasın vatan !” diyerek Zekiye’nİn yanından ayrılır.
İslam Bey, Zekiye’nİn yanından çıktıktan sonra, dışarıda kendisini bekleyen
gönüllülerin yanına gelir ve “Beni seven peşim den gelsin” diyerek yola düşer.
Biraz sonra Zekiye de erkek kılığına girer ve İslam Bey’in git tiği yoldan takip
eder.
İkinci Perde:
Gönüllüler, Silistre Kalesi’ndedirler. Zekiye de içlerindedir. Miralay Sıtkı
Bey, ölüm ve kalım günlerinin sayılı olduğunu, isteyenin gidebileceğini
söyleyince, gönüllülerden birisi “madem gidecektik de buraya neden geldik”
diyerek bütün arkadaşları adına kararlılıklarını vurgular. Zekiye’yı çocuk diye
göndermek isterler se de, ısrarlı turumu sayesinde vazgeçerler…
Çatışma bütün şiddetiyle başlar. İslam Bey yaralanmıştır. Zekiye onu tanıdığı
için hemen yanına koşar, İslam Bey Zeki ye’nİn kollarında bayılır.
Zekiye, tedavisi için yanında revire gider,
Miralay Rüstem Bey ile Sıdkı Bey ise gelmişten geçmişten derin bir sohbete
dalarlar.
Üçüncü Perde:
İslam Bey, hasta yatağında devamlı sayıklamakta, Zekiye ümit ve endişe ile
başında beklemektedir. Günler sonra gözlerini açtığında Zekiye’yi görünce,
şaşırır. Zekiye kendisini saklamaya Çalışsa da fazla direnemez ve iki sevgili
konuşmaya başlarlar.
Düşman ise hedefine adım adım yaklaşmaktadır. Kaleyi ele geçirmesi an
meselesidir. Tek çare olarak, kaleden çıkıp düşman cephaneliğini ateşlemek
gözükmektedir. Bu iş için İslam Bey yara lı hali ile Öne çıkar. İkinci öne çıkan
kişi ise Zekiye’dir. Yanlarına bir de Abdullah Çavuş’u katarlar. Sıdkı Bey
Zekiye’ye çok dikkatli bakar ve “Oğlum mezarda yatıyor” der. Zekiye’yi oğluna
çok benzetmiştir.
Dördüncü Perde:
Aradan günler geçmiş, düşman toparlanmaya başlamıştır. Sıdkı Bey, çocukları
düşman içine gönderdiğine bin kere pişman olmuş vaziyette dolanıp durmaktadır.
Nihayet, Abdullah Çavuş görünür ve olanları anlatır. Anlattıklarından, İslam
Bey’in büyük bir kahramanlık ve fedakârlık örneği göstererek düşmana büyük kayıp
verdiği anlaşılmaktadır. Bu konuşma sürerken, İslam Bey, kelinde kırık kılıcı
ile çıkagelir, tabii Zekiye de arkasından.
Sıdkı Bey coşku ile İslam Bey’i “evladım” diyerek kucaklayıp alnından öper.
İslam Bey de onun ellerinden. Sonra Sıdkı Bey, çocuğun nerede olduğunu sorar.
İslam Bey, Sıdkı Bey’e bütün olup biteni anlatır. Sıdkı Bey kızı yanına
getirmesini söyler. Sıdkı Bey, Zekiye’ye sorduğu suallere aldığı cevaplardan
kendi öz kızı olduğunu; Zekiye de yüzündeki duruşun aynı ninesi ve abisinin
yüzündeki duruş olduğunu görerek, Sıdkı Bey’İn öz babası oldu ğunu anlar. Baba
kız kucaklaşırlar. Sevinçlerine diyecek yoktur.
Bu esnada, Abdullah Çavuş eratın önüne düşmüş, onları “Arş Yiğitler Vatan
İmdadına” marşını söyleterek yürütmektedir. Sıdkı Bey’in önüne gelince dururlar.
Sıdkı Bey erat önünde şu tarihi konuşmayı yapar:
“Arslanlanml Doksan gündür çekmediğiniz belâ, görmediğiniz ce fâ kalmadı.
Osmanlıların namusunu göklere çıkardınız. Vatan sizden hoşnuttur. ..Vatanımızın
faydasını koruduk, yine de koruruz. Her za man koruruz. Biz her zaman bu yolda
ölmeye hazırırz. Yaşasın vatan! Yaşasın Osmanlılar!”
Askerler de hep bir ağızdan: “Yaşasın vatan! Yaşasın Osmanlı lar!” dîye haykırır
ve perde kapanır.
AKIN
Kitabın Adı :Akın
Yazarı : Faruk Nafiz Çamlıbel
Akın Kitabının Özeti :
Akın, konusunu İslamiyet öncesi Türk Tarihinden almakta dır. Anayurt’taki iç
denizin kuruması olayı, şiir-piyes biçiminde, destan olarak anlatılmaktadır.
Yıllarca süren kuraklığın sona er mesi için, yasa gereğince, İhtiyar Hakan
İstemi Han’ın kurban edilmesi gerekmektedir.
İstemi Han’ın hedefi ise, suyu, yeşili, ağacı bol bereketli topraklara akınlar
düzenleyerek, yerleşmek için yeni yurtlar ele geçirmektir. Gün, Batı ve Doğu
beyleri bu hükmü yerine getirmek için İstemi Han’a gelirler. Bu üç beyin oğullan
da devlet yönetimini Öğrensinler diye İstemi Han’m yanındadırlar. Üç başbuğ,
kuraklık devam edeceği ve kurban edilme sırası İstemi Han’dan sonra kendilerine
geleceği için hileye başvu rurlar ve İstemi Han yerine kızı Suna’nın öldürülmesi
için baş bakıcıyı kandırırlar. Gün Başbuğunun oğlu Demir ise Suna’yı
sevmektedir. Hileyi meydana çıkarır. Mertliğe sığmayan bu tu tumları yüzünden,
halk üç başbuğu öldürür. Bunların oğullan Bumin, Bayan ve Demir başbuğ olur ve
İstemi Han’ın “Akın” ülküsünü gerçekleştirirler.
Türklerin Anayurt’tan göç etmelerinin en Önemli sebebi olan kuraklıktan dolayı
yeşile, suya ağaca olan özlem, Demir’in sevgi lisi Suna’ya hediye ettiği çiniye
bakılarak, İstemi Han tarafından işte böyle anlatılmaktadır:
“Yeşilde ne arar da bulamaz insan oğlu?
Yeşil bu.. .Varlık dolu, gök dolu, umman dolu!
Bir ucu gözlerinde, bir ucu engindedir,
Meyve veren ağaçlar bu çini rengindedir,
Bu çini rengindedir bahar, deniz, kır, orman
Bana Tanrım gözükür yeşil dediğin zaman.
Toplanmış bütün bunlar yeşil çininde senin,
Gizli arzulan var bunda bütün ülkenin.
Bunu ancak biz duyar, biz anlarız bu dilden…
Kızı Suna, babasının bu kadar üzülmesine dayanamaz ve:
“Yeter, baba, bu kadar içlendiğin yeşilden ” der. İstemi Han, nasıl İçlenmesin,
nasıl özlem duymasın ki yeşile? Şu dizeler çektiği acıları gayet net bir şekilde
açıklamaktadır:
“Tanrım, nasıl kesildi köpüren, taşan
sular? Dağlar mı yassûaşii? Ovalar mı
delindi? Neden coşkun suların sesi
gittikçe dindi?
Yıllarca bulutlara bakarak derin derin
Bekledik hiç gelmeyen yağmurunu
göklerin, Başaklar yandı gitti boyunu
gösterirken Koyunlar can çekişti
yavrusunu verirken Meyveler
kızarmadan dalı üstünde soldu, Irmak
yatağı kumsal, kırlar dikenlik oldu.
Eskiden güneş derdim bereketin eşidir
Bugün başucumuzda Tanrı’nın ateşidir,
O da susuz kalınca benzedi kudurmuşa,
Şimşek gibi çarpıyor aslana,
kurda,kuşa… İrmak bugünün yolu,
deniz yarının çölü… Tarlalar yangın
yeri.. .sürüler canlı ölü..
Dağlarının başından bulutu eksilmeyen,
Yılın dört mevsiminde susuzluk ne
bilmeyen Rüzgârlı ülkelere göç etmeli,
akmalı.. Yalnız bu anayurdu kimlere bırakmalı?
Yurdunda bir dikili ağaç kalmadığı gün
Yerinde durduğunu görürler gene Türk’ün..
Ayırmağa çalışmak ikisini boş etmek:
Türk demek yurt demektir, yurt demek de Türk demek!
Sizdedir bu varlığı kurtaracak son
büyü. Sîzin göç etmenizdir diriltecek
ölüyü… Bekçisi kalsın artık bu yurdun
ihtiyarlar, Koç yiğitler arasın başka
güzel diyarlar,
Bilgi bir elinizde, san’at bir elinizde,
Altınızda yağız at, dal kılıç belinizde,
Okları hiç şaşmayan yayınızla
yürüyün, Akın alaylarını arkanızdan
sürüyün. Kulağınızda kalsın ölürsem
vasiyetim: Gençleri yollamaktı sağa
sola niyetim.
Bir Küçük Osmancık Vardı
Kitabın Adı : Bir Küçük Osmancık Vardı
Yazarı : Hasan Nail Canat
Kitabın Özeti
KONUSU: İnsan, ne kadar büyük acılarla karşılaşırsa karşılaşsın, yine de
ümidini kaybetmemelidir. Kitapta, küçük yalarda kaçırılan bir çocuğun, uzun
yıllardan sonra, ailesine kavuşması gayet güzel ve yalın bir şekilde
anlatılmaktadır.
Abdullah Bey, inşaat çivisi imal eden bir fabrikanın sahibi idi. İşleri yerinde,
evine bağlı bir hanımı, Osman isimli küçük bir de çocuğu vardı.
Bir gün, gündüz vakti, evine postacı kılığında bir soyguncu girip, evin hanımını
bayıltarak çelik kasayı açtı. Para bulamayın ca, bu sefer de, ağladığı için
sesini duyduğu bebeği kaçırmaya karar verdi. Çünkü eli boş dönmek istemiyordu.
Abdullah Bey İş yerindeydi. Çalan telefonu açınca, karşısındaki ses, çocuğunu
kaçırdığını, karısının evde baygın bir şekilde yattığını, hemen evine gitmesini
ve polise haber vermemesini söyledi. Şaşkın ve kararsızdı. Evi aradığında
telefona cevap verilmemesi kuşkularını artırdı ve hemen evine koştu. Hanımı
peri şan bir vaziyette ağlamaktaydı. Sakinleştirmeye çalıştı.
Birkaç saat endişeli bekleyişten sonra, beklediği telefon geldi. Arayan aynı
sesti. Yarın akşam şu kadar parayı falan yere getirmesini ve polise de haber
vermemesini bir kere daha söyleyip, telefonu kapattı.
Çocuğu Pendik’te yıkık bir eve götürmüşlerdi. Çetenin reisi Apo isimli tipsiz
bir herifti. Avaresinin birinin adı Zevzek’ti. Bir de İstanbul’a artist olmak
İçin gelip, aradığını bulamayıp da kötü yola düşen, Romantik isimli sevgilisi
vardı.
Abdullah Bey’in eşi, kocasından habersiz durumu akrabaları komiser Mahmut’a
bildirmişti. Mahmut Bey, iki sivil polis gön derdi. Bilinen soruşturmaları
yaptılar. Bahçıvanın bu Abdullah Bey, inşaat çivisi imal eden bir fabrikanın
sahibi i-di. İşleri yerinde, evine bağlı bir hanımı, Osman isimli küçük bir de
çocuğu vardı.
Bir gün, gündüz vakti, evine postacı kılığında bir soyguncu girip, evin hanımını
bayıltarak çelik kasayı açtı. Para bulamayın ca, bu sefer de, ağladığı için
sesini duyduğu bebeği kaçırmaya karar verdi. Çünkü eli boş dönmek istemiyordu.
Abdullah Bey İş yerindeydi. Çalan telefonu açınca, karşısın daki ses, çocuğunu
kaçırdığını, karısının evde baygın bir şekilde yattığını, hemen evine gitmesini
ve polise haber vermemesini söyledi. Şaşkın ve kararsızdı. Evi aradığında
telefona cevap verilmemesi kuşkularını artırdı ve hemen evine koştu. Hanımı
peri şan bir vaziyette ağlamaktaydı. Sakinleştirmeye çalıştı.
Birkaç saat endişeli bekleyişten sonra, beklediği telefon geldi. Arayan aynı
sesti. Yarın akşam şu kadar parayı falan yere getirmesini ve polise de haber
vermemesini bir kere daha söyleyip, telefonu kapattı.
Çocuğu Pendik’te yıkık bir eve götürmüşlerdi. Çetenin reisi Apo isimli tipsiz
bir herifti. Avaresinin birinin adı Zevzek’ti. Bir de İstanbul’a artist olmak
İçin gelip, aradığını bulamayıp da kötü yola düşen, Romantik isimli sevgilisi
vardı.
Abdullah Bey’in eşi, kocasından habersiz durumu akrabaları komiser Mahmut’a
bildirmişti. Mahmut Bey, iki sivil polis gön derdi. Bilinen soruşturmaları
yaptılar. Bahçıvanın bu diyse de, Abdullah Bey “Senin kabahatin yok!” diyerek
buna müsaade etmedi.
Karı koca, gece gündüz çocuklarına kavuşmak İçin Allah’a dua ediyorlardı.
Osman’a ne olmuştu? Tesadüfen orada durmak zorunda ka lan bir kamyonda
anası-babası Van depreminde ölmüş olan, on iki yaşamdaki muavin Garip’in ağlayan
bir bebek sesi işiten hassas kulakları sayesinde, Garip ve ustası Ali tarafından
bulunduğu yerden alınmış, kendisi de kimsesiz büyümüş bu çocuk tarafından altı
değiştirilmiş, karnı doyurulmuştu.
Ali ve Garip, yanlarında, özellikle Garip’e iyice alışmış olan Osman’la
birlikte, yaklaşık on beş saat yolculuktan sonra, yaşadıkları Kayseri’ye
varmışlardı. Ali’nin Fatoş ve Nihat isimli iki küçük çocuğu vardı. Hanımına
Osman’ı da teslim etti. İyi yürekli olan kadıncağız Osman’ı yıkadı, karnını
doyurdu, temiz elbiseler giydirdi. Fatoş kız Osman’ı çok sevmişti, onunla
oyunlar oynadı, oyuncaklarını verdi.
Ali’nin aklına, Garip ve Osman’ı yanına alarak, Kayseri’ye yakın bîr köyde
çiftliği olan, ancak çocukları olmadığı için çok üzülen ve kendisine “bir çocuk
bulursa evlatlık alacağım” devamlı olarak söyleyen Bünyamin Amca ile Şerife
Hanım’ların evine götürmek geldi. Yola çıkarak ikisini de onlara bıraktı.
Çocuksuz anne ve baba, birdenbire iki çocuk sahibi oldukları için çok sevinmişlerdi. Sessiz çiftlik evleri, cıvıl avıl neşe ile dolmuştu.
Osman’ın anne ve babası ise aylarca normal hayata döneme diler. Annesinin
saçları ağarmış, zayıflamıştı. Abdullah Bey, eşini fazla üzmemek için acısını
içine atmış; ama o da epeyce zayıflamıştı. Ayşe Kadın ve oğlu Murat’ı evin
içine almışlar, bahçeye bakması için Gül Dede isimli bir bahçıvan bulmuşlardı.
Gül Dede, ismine yakışır bir şekilde, bahçeye gül gibi bakıyordu. Yanların dan
bir dakika bile ayrılmayan Abdullah Bey’in yeğeni Zarife de edebiyat fakültesini
bitirmiş ve lisede
Biı gün yaşlı bir kadın gelerek, eski bahçıvanın hapisten çık tığını e kansı
Ayşe ile görüşmek istediğini bildirdi. Ayşe, Abdullah Bry’Ie Fatma Hanım’ın
bilgisi dahilinde gidip görüştü, koca sına “Namusunla yaşayacağını ispatla, o
zaman gelirim.” der ve tekrar yaşadığı yere döner.
Osmancık, çiftliğin neşesi olmuştu. Adını bilmedikleri için Hüseyin koymuşlardı.
Garip abisi on altı, kendisi de altı yaşına gelmişti. Garip ve Hüseyin onları
ana baba diye çağırıyorlardı. Bünyamin Ağa, sık sık Garip’i, Hüseyin’e durumu
sezdirmemesi için ikaz ediyordu.
Bir gün Bünyamin Ağa rahatsızlandı ve Kayseri’de hastane ye yatırıldı. Aradan
bir hafta geçmişti ki, Şerife Hanım ağlaya ağlaya eve geldi. Bünyamin Ağa
ölmüştü. Çocuklar bir kere daha babasız kalmışlardı.
Köşkte hayat ister istemez tekrar normale dönmüştü. Osmancık kaybolalı ise
aradan yedi yıl geçmişti. Abdullah Bey ile Şerife Hanım’ın bir kızları olmuş,
adını Şükran koymuşlardı. Yeni çocukları onlar için büyük bir teselli kaynağı
olmuştu. Ancak, bu seferde Ayşe’nin kocası huzursuzluk veriyordu.
Bir gün Ayşe, her tarafı morarmış bir halde geldi. Islah ol muş zannederek
yanına yerleştiği kocası, üç aydır çalışmıyordu. Birkaç ay önce Kemal’in trafik
kazası geçirerek hastaya yattığını iddia etmiş ve bu bahaneyle para
koparabileceğini ummuştu. Ama Abdullah Bey’in hastaneye giderek araştırması
sonucu böyle bir durumun yalan olduğu ortaya çıktı. Abdullah Bey’den para
istemesi için sürekli tehdit ettiği ve kullandığı Ayşe’yi ve oğlu Kemal’i bu
sefer de evden kovmuştu.
Onları tekrar kabul edip, kucak açtılar.
Köyde ise Osmancık (Hüseyin) ilkokulu bitirmişti. Çiftlik işleri Garip’in bütün
gayreti ile çalışması sonucu devam ediyordu. Ama onun da askere gitmesi sonucu,
tüm işler Şerife Hanım’a ağır gelmeye başladı. Aynı zamanda, köyden birisinin
Hüseyin’e Şerife Hanım’ın öz annesi olmadığını söylemesi tehlikesi de her an
vardı. Bu nedenle taşınmaya karar verdi ve kocasının İstanbul’daki ağabeyine
mektup yazarak niyetini bildirdi. Onayım alınca, ilk görüşte büyük bir şaşkınlık
yaşadığı İstanbul’a, Selahattin Bey’in hemen yakınında bahçeli bir ev satın
alarak yerleşti. Böylece Osmancık da yeniden İstanbul’a dönmüştü.
Hüseyin, amcasının kızı Şebnem ile aynı sınıfta okuyordu. Şebnem ne kadar tembel
ise, Hüseyin de o kadar çalışkandı. Bu durum büyük bir huzursuzluk yaratıyordu.
Babasının sık sık Hüseyin’i örnek göstermesi, Şebnem’ın Hüseyin’i kıskanmasına
ve onunla konuşmamasına yol açmıştı. Babası, dersleri kötü olan kızının
Hüseyin’le beraber ders çalışmasını istiyor, ancak kızı buna yanaşmıyordu.
Garip askerliğini bitirip gelmişti. Sık sık Hüseyin’le birlikte İstanbul’u
gezmeye çıkıyorlardı. Hüseyin’in şaka ile “Araba alalım, böylece sen de bizle
gelirsin, ağrıyan dizlerin de yorulmaz.” sözünü bile ciddiye alan Şerife Hanım,
sürpriz olarak bir de taksi almıştı. Bu arada Garip’i evlendirdiler. Hayat
böylece devam edip gidiyordu. Hüseyin okulda daha da başarılı bir öğrenci
oluyorken, Şebnem tembelliğe devam ediyordu. Nitekim sınıfta kaldı. Babası da
onu okula göndermeme kararı aldı.
Şebnem, bir gün Hüseyin ile yalnız görüşerek ondan bütün yaptıkları için özür
dileyerek, Hüseyin’den tekrar okula gitmesi için kendisine yardımcı olmasını
istedi. Hüseyin, Selahattin Bey’e adeta yalvarırcasına ricada bulununca,
Şebnem’in babası onu kırmadı ve kabul etti.
Böylece, birlikte Eylül ayında yapılacak sınavlar için ders çalışmaya
başladılar. Nitekim Şebnem sınıfını geçti. Bir daha da sınıfta kalmadı. Beraber
liseye yazıldılar. Aynı sınıfta idiler. Hü seyin okulda herkes tarafından
sevilen ve sayılan bir öğrenci idi. Şebnem’e her konuda yardımcı oluyordu.
Hüseyin ise artık lise üçüncü sınıfta idi. Üstelik edebiyat dalında, gayet
başarılı hikâye ler yazıyor, okulun duvar gazetesini çıkarıyordu.
İZMİR HİKAYELERİ
Kitabın Adı : İzmir Hikayeleri
Yazarı : Halid Ziya Uşaklıgil
1.KİTABIN KONUSU: Yazar bu kitabını, ömrünün son yıllarında yaşadığı olayları
hatırlamak maksadıyla yazmıştır.
2.KİTABIN ÖZETİ:’’İzmir Hikayeleri’’eski İzmir'in buram buram kokan havası, kenar
köşe semtleri, oraların her sınıftan ve her tipten insanları, o dönemin yaşam
ortamını , gelenek ve görenekleri, kısacası bir zaman kesitinin İzmir folkloru ,
örnekleriyle , zengin bir kaynak halinde anlatılmaktadır.
3.KİTABIN ANA FİKRİ:Yazarın geçmiş yaşantısını hatırlamak maksadıyla yazdığı
anısal öykülerdir.
4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:Kitaptaki olaylar tamamen
halk yaşantısından alınmıştır.Kitabın kahramanları ise yine olaylarda olduğu
gibi tamamen halk içerisinde yaşayan normal halk insanlardan seçilmiştir.
5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:Kitap okunmaya başlandığında kitabın önemli bir
özelliği göze çarpıyor .Bu kitaptaki kahramanların hemen hepsi geniş, yaygın ve
basit halk yığınları arasından seçilip alınmış oluşudur.Kitapta göze çarpan bir
diğer özellik ise onun buradaki yazılarında süsten ve sanat kaygısından çok ,
bunlardan soyutlanmış bir dil ve anlatımı vardır.Yani yazar bu kitabında tamamen
halkın içinden seçtiği olayları sade bir şekilde yazmıştır.
6.YAZARIN HAYATI HAKKINDA KISA BİLGİ:Servet-I Fünun romancılarından.İstanbul'da
doğdu .1884’te ’Nevruz’ gazetesini , daha sonra ’Hizmet’ ve ’Ahenk’ gazetelerini
kurdu.Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Arapça ve Farsça bilirdi.150’den
fazla hikayesi vardır.
KARABİBİK
Yazar : Nabizade Nazım
Edebiyatımızda, köyü konu alan ilk romandır. Realizmin başarılı bir örneği olan
roman, kimilerince uzun öykü sayılmaktadır. Konu Antalya’nın bir köyünde geçer.
Karabibik’in toprakla mücadelesi, yaşam kavgası anlatılır. Romanda kişilerle
çevre uyumu dikkat çekicidir.
Olay Antalya ili Kaş ilçesinin Beymelik köyünde geçer. Babasından kalan tarlanın
dört dönümünü komşusuna satmış olan Karabibik kalan sekiz dönümlük kısmı
Yosturoğlu’ na kaptırmamak için direnmektedir. Komşu Terme köyündeki Rum bakkal
Yani’ den borç alarak bir öküz satın alır. Tarlasını sürer. Yosturoğlu da
aralarındaki çekişmeyi unutup Karabibiğin kızı Huri’yi yeğeni Hüseyin’e ister. Karabibik mutludur. Bir süre sonra hastalanır , ancak kızının mürvetini gördüğü
için huzurludur.