İstanbulun Fethi
İSTANBUL'UN FETHİ
1451'de babasının ölümü üzerine Padişah oluyor, ilk iş olarak İstanbul'un
Fethi'ni programına alıyordu. Çünkü baştan beri Fetih ruhu ile yoğrulmuştu. Bu
anlayışla devrinin teknolojisinden faydalanıyor, askerini bu disiplin içinde
eğitiyordu.
Bizans'ın geçit vermez surlarını yıkabilecek, 1,5 kilometre uzağa fırlatılabilen
2 ton ağırlığında toplar döktürdü. Ayrıca "Havan topu"nu icad etti.
Bu sırada Bizans'ın durumu hiç de iç açıcı değildi. Halk ahlakî ve ekonomik
çöküntüden bıkmış, Konstatin'in zulmünden yılmıştı. O kadar ki halk "Hristiyan
külahı görmektense, Müslüman sarığı görmek daha iyidir." diyecek duruma
gelmişti. Çünkü o dönemde Osmanlı "Adil bir dünya düzeni" kurmayı başarmış,
dünyanın hayranlığını kazanmışta.
İstanbul'u fethetmekte kararlı olan II. Mehmet tarihin ilk ağır toplarını
döktürdü. Karadan ve denizden kuşatılması gereken bu şehir için her türlü
tedbiri aldı. "Ya ben İstanbul'u alırım, ya da İstanbul beni." diyordu. Ölümü
göze alacak kadar kararlı alan bir insanın elinden hiçbir şey kurtulamazdı. Öyle
de oldu.
Fatih, düşmanların hayallerinin bile ulaşamayacağı şeyleri "gerçek" haline
getirmişti. Donanmayı bir gecede Dolmabahçe'den Haliç'e indirmeyi başardı.
Gemileri gemiden yürüttü.
Hocası Akşemsettin Hazretlerinin izni ve duası ile kuşatmayı başlattı. 53 gün
durmadan surlar doğuldu. Geçit vermez surlar delik-deşik oluyordu. Bütün
tedbirlere rağmen İstanbul düşmüyordu. Son gece Fatih hocasının yanına geliyor:
- "Hocam, ne olur, artık himmet buyurun da İstanbul'u fethedelim." diye
ağlıyordu.
Akşemsettin Hazretleri kısa bir uykuya dalıyor, rüyasında "Ebu Eyyüb el-Ensarî'nin
kabri gösteriliyordu. Bu fethin müjdecisiydi. Gece yarısı "Talebesini yeniden
çağırıyor, 29 Mayıs sabahı için son hücum emrini veriyordu. Gerçekten bu son
hücuma surlar dayanmıyor, İstanbul Osmanlıya teslim oluyordu. Surlara Tevhid
Bayrağı'nı dikme şerefi ise ulubatlı Hasan'ın... Genç ulubatlı, bir ok yağmuruna
maruz kalmasına rağmen, azim ve kararlılığından hiç bir şey kaybetmiyor, bayrağı
burçlara diktikten sonra şehitlik rütbesine yükseliyordu.
Ulubatlı bir sembol şahsiyetti. Fatih'in ordusunda, Ulubatlı Hasan misali
Peygamber müjdesine ulaşmanın aşk ve iştiyakiyle yanıp tutuşan, Anadolu'nun
binlerce bağrı yanık delikanlısı bulunuyordu. Her biri genç neslin ideal örneği
olması gereken yiğitler...
Fatih, önde hocası Akşemsettin Hazretleri olduğu halde, çoşkulu bir törenle
İstanbul'a giriyordu. Bizans halkı ve kadınlar yollara dökülmüş, genç Fatih'i
selamlıyor, üzerine çiçekler atarak tebrik ediyorlardı. Başka bir ülkenin
tarihinde böyle göz yaşartıcı bir sahneye şahit olabilmek mümkün mü? Çünkü
Bizanslılar, Osmanlı'nın zulmetmeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Öyle de oldu.
Fatih, Bizanslıları dinlerinde serbest bıraktı ve mabedlerine dokunmadı.
Fatih İstanbul'a girerken, yeryer halkı öndeki "Akşemsettin"i padişah
zannediyor, Akşemsettin "hükümdar arkada" işaretini yapınca, Fatih'teki edep,
terbiye ve inceliğe bakın ki, şöyle karşılık veriyordu:
"- Evet, hükümdar benim, lakin o da benim Hocam'dır!"
Fetih'ten sonra, başkent, Edirne'den İstanbul'a taşınıyordu. Daha önce Trakya
bölgesi fethedildiği için, İstanbul ortada kalmış, fetihle birlikte Trakya ile
Anadolu arasındaki köprü de kurulmuş oluyordu.
İstanbul'un Fethi, yıkılmaz sanılan Bizans surlarının yıkılabileceğini, "sağlam
İmanın tekeden bile süt çıkarabileceği" gerçeğini ortaya çıkarmıştı.
Fetih, bir işgal olayı değildir. Tüm insanlığı sevgi ve özgürlük ülkesine taşıma
arzusudur. Mutluluğa kanat açmaktır. Kilitli gönüllerin açılması, fetih ile
gerçekleşir. Zaten fetih de "açma", "başlatma" anlamlarına geliyor. Fedai
olmadan fetih olmaz. Can feda etmeden İslam yayılmaz. Uğrunda ölünebilen davalar
ebedî olarak yaşar.
Kaos, huzursuzluk ve madde saltanatının hüküm sürdüğü bir dünyada fetih ruhuna o
kadar muhtacız ki... Fetih anlayışı, insanımıza hız ve hamle gücü kazandıracak,
azim ve fedakarlık duygularını canlı tutacaktır.
Millet olarak, genç nesle zafer ve başarılarımızı yeteri kadar anlatabildiğimiz
söylenemez. Eğer, Çanakkale, İstanbul, Preveze, Mohaç, Varna gibi zaferlerin
birini Batılılar gerçekleştirmiş olsaydı, sırf onun için yüzlerce film yapar, bu
başarısını yeni nesle anlata anlata bitiremezdi. Nitekim tarihlerindeki basit
direniş örnekleri için bunu uyguluyorlar. Bize düşen ise "Fatih ruhu"nu genç
nesle taşımak ve yaşanmaya değer hayatın ne olduğunu göstermek.
Zaferlerimizi tanıtalım ki, "gençlerimiz inançları uğrunda fedakarlık yapabilme"
zevkini tatsınlar. Kahramanlarımızı tanıtalım ki, her gencimiz "Fatih, Ulubatlı
Hasan, Yıldırım, Yavuz, Seyyid Çavuş" olmaya özensin. Fetih bereketiyle, bütün
insanlığın yüzü gülsün.