Resim Nedir
RESİM NEDİR?
Resim Sanatı
Resim sanatı, özlem, duygu ve düşüncelerin belli estetik kurallar çerçevesinde
iki boyutlu bir düzlem üzerine yansıtılmasına dayanan sanat dalı. Resimde hacim,
mekân, hareket ve ışık etkileri, resimsel öğeler aracılığıyla elde edilir;
bunlar biçim,
çizim, Drawing, design, graphy renk, ton farklılıkları, doku özellikleri vb'dir.
Öğelerin çeşitli biçimlerde bir araya getirilmesi resmin kompozisyonunu
oluşturur. Renk, ışığın değişik dalgaboylarının gözün retinasına ulaşması ile
ortaya çıkan bir algılamadır. Bu algılama, ışığın maddeler üzerine çarpması ve
kısmen soğurulup kısmen yansıması nedeniyle çeşitlilik gösterir ki bunlar renk
tonu veya renk olarak adlandırılır.
Kompozisyon gerçek ya da gerçekdışı olay ve olguları anlatmaya, bir öyküyü
betimlemeye ya da yalnızca soyut görsel imgeler yaratmaya olanak verir.
Eski kültürlerde toplum üretilecek resimlerin konusunu, tekniğini, biçimini,
malzemelerini denetim altında tutar, yapıtların s niteliğini (örn. dinsel,
bezemeci, eğitsel, eğlendirici vb) belirlerdi. Ressamlar yaratıcı bir sanatçıdan
çok becerikli bir zanaatçı gibi görülürdü. Daha sonraları Uzakdoğu'da ve
Rönesans Avrupası'nda bağımsız sanatçılar çıkmaya başladı. Bunlar yapıtlarının
altına adlarını yazıyor, taşanında ve bazen de konu seçiminde söz sahibi oluyor,
işverenleriyle (koruması altında çalıştıkları kişiler) kişisel ilişki kuruyor,
toplumda saygı görüyorlardı.
19. yüzyılda sanatçıya sürekli bir çalışma ortamı sağlayan işverenler giderek
yok olmaya başladı. Sanatçılar topluma yalnızca galeriler ve müzeler
aracılığıyla ulaşabilir duruma geldiler. Artık yaşamlarını ödüllerle ya da
devletten ve sanayi kesiminden aldıkları siparişlerle sürdürüyorlardı. Değişen
bu ortam içinde sanatçılar kendi anlatım dillerini geliştirme, yeni ve
alışılmadık biçim, malzeme ve teknikleri deneme özgürlüğüne kavuştular.
Özellikle Batı sanatında egemen olan, geleneksel sınırları sürekli zorlama
eğilimi, art arda yeni üslupların ortaya çıkmasına yol açtı. Sanatla ilgili
yayınların artması, gezici sergilerin düzenlenmesi, sanat merkezlerinin
kurulması da bu olguyu destekleyen başka etkenler oldu.
Resmin öğeleri
Resmin biçimsel tasarımı çizgilerin, biçimlerin, renklerin, tonların, doku
özelliklerinin anlatımcı bir düzen içinde bir araya getirilmesiyle oluşur.
Renklerin ve imgelerin bir araya getirilmesi içerik açısından betimsel ya da
simgesel anlamlar taşıyabilir. Ama bir duyguyu, uyumu, gerilimi ya da mekân,
hacim, hareket, ışık gibi görsel kavramlan yansıtmada, içerikten çok renk ve
biçimin ilişkisi önem kazanır.
Çizgi, içerdiği anlatım gücüyle resmin önemli öğelerinden biridir, ince, kalın,
düz, kesik, doğru, eğri, dalgalı, kırık çizgiler yineleme ya da karşıtlık
duygusu uyandırmak amacıyla kullanılır. Çizgilerin arasındaki alanların değişik
renk ve tonlarla boyanması ise hacim, ağırlık, mekân içindeki konum, doku gibi
nitelikleri belirler.
Biçim ve kütle de kompozisyonun oluşmasında önemli bir öğedir. Çocukların,
içgüdüsel olarak gördüklerini geometrik biçimlerle ifade etme yöntemini
Paul Klee ya da Jean Dubuffet gibi bazı çağdaş sanatçılar da benimsemiştir. Bir
kare ya da daire, bakışı kendi merkezine doğru çeker. Bir ikizkenar üçgen
sağlamlık duygusu uyandırır, buna karşılık tepesi üstünde duran bir üçgen
dengesiz bir durumu belirtir. Elipsler, paralelkenarlar, dikdörtgenler
süreklilik, durağanlık duyguları verir. Biçim ve kütleler arasında kalan
boşluklar da kompozisyona katkıda bulunacak biçimde değerlendirilir.
Bir başka resim öğesi olan renk bir çok üslupta bezeme ve betimleme amacıyla
kullanılmıştır. Üç temel renk kırmızı, mavi ve sarıdır; bütün öteki renkler
bunların karışımlarından türer. İkincil renkler mor, turuncu ve yeşildir;
bunların temel renklerle ve birbirleriyle karıştırılması çeşitli ara renklerin
ortaya çıkmasına yol açar. Ton bir rengin görece koyuluk ya da açıklık derecesi
ya da değeridir. Örneğin Rembrandt koyu, Claude Monet ise açık tonlar
kullanmışlardır.
Her rengin bir de karşıtı vardır.
Temel renklerin karşıtı, öbür. iki temel rengin karışımından elde edilen ikincil
renktir. Buna göre kırmızının karşıtı yeşildir. Renkler tek başlarına ya da
ikili üçlü kümeler halinde kullanıldığı zaman farklı etkiler yapar,
olduklarından daha açık ya da daha koyu, daha sıcak ya da daha soğuk görünürler.
Rengin karmaşık dinsel ya da simgesel anlamları herkesçe kolayca anlaşılmazsa
da, bazı renklerin bileşimlerinin yarattığı uyum ve uyumsuzluklar herkes
tarafından, farklı derecelerde de olsa algılanır. Ressamlar rengin bu ve benzeri
özelliklerini bilinçli ya da içlerinden geldiğince kullanarak farklı görsel
algılamalar, hatta yanılsamalar yaratır ve bunları bir anlatım aracı s olarak
kullanırlar.
Nesnelerin yüzleri pütürlü ya da parlak, girintili çıkıntılı ya da düz olabilir.
Bu özellik resmin dokusal niteliklerini belirler. Alm. Ellipse (f). Fr. Ellipse
(m), İng. Ellipse. Verilen iki noktaya uzaklıkları toplamı sâbit olan noktaların
geometrik yeri. Verilen bu iki noktaya “elipsin odakları” denir. Elips, aynı
zamanda bir koni ile bir düzlemin ara kesitinden ibâret olan kapalı ikinci
dereceden bir eğridir.
Hint ya da sezindirme, ima; belirti, isaret; yararli ögüt,ima etmek,
dokundurmak, sezindirmek, çitlatmak
İslam sanatı gibi bazı bezemeci sanat türlerinde doku, geometrik örgelerin
yinelenmesiyle elde edilir. Batı sanatında ise, özellikle İslam, Allah'ın
insanlara Hz. Muhammed (sav) aracılığı ile gönderdiği son ilahi dindir.
Arapçada seleme (Allah'a tamamen bağlanmak) kökünden gelen İslam sözcüğünün
Türkçe anlamı "Allah'a ve onun buyruklarına kayıtsız şartsız inanan" demektir.
Bu kelime aynı zamanda, Hz. Muhammed aracılığıyla ilkeleri bildirilen ve
Müslüman adı verilen (Arapça İslamlığı kabul eden anlamına, müslim'den) 600
milyon insanı bünyesinde toplamış büyük bir dinin de adıdır.
ortaçağda doku, dökülmüş yapraklar, yağan kar ve kuşların uçuşu; gibi doğadan
alınan örgelerin yinelenmesiyle verilir. Ortaçağ (Middleage)
Milattan Sonra 5. yüzyıl ve 13. yüzyıllar arasını kapsayan dilimin adı. Bu
kelime 17. yüzyıldan beri Avrupa tarihi sözkonusu olduğunda, kullanılmaya
başlanmıştır. Bu kavram, genellikle insanların öznel bilincinde biçimlendiği
için kesin başlangıç ve bitiş noktalarından söz edilemez. Ancak, bütün bu
nedenlere rağmen, tarih kitaplarında Roma imparatorluğunun bölünme tarihi (M.S.
395) yada son Batı Roma İmparatorluğunun düşüş tarihi (476) gibi
Noktacılık tekniğinde kullanılan küçük fırça vuruşlarıyla elde edilen yüzeylerde
de ışıltılı bir doku görülür.
İki boyutlu bir yüzey üstünde hacim ve mekân duygusu uyandırabilmek için
perspektif kurallarını uygulamak gerekir. İnsanlar nesnelerin kendilerinden
uzaklaştıkça küçüldüğünü, paralel çizgilerin bir noktada kesişir gibi
göründüğünü, düzlemlerin birbirine yaklaşır gibi olduğunu gözlemişler, bunu da
kâğıt ya da tuvale aktarmaya çalışmışlardır. Buna karşılık çocuklar ve "ilkel"
insanların mekân algılayışı bütünüyle farklıdır (bak. ilkel sanat). Onların
resimlerinde nesneler birbirinden bağımsız birimler olarak ele alınır; her biri,
onu en iyi anlatacak bakış açısıyla verilir; hatta görece önem taşıyan nesne ya
da figürler ötekilerden daha büyük gösterilir. Aynı uygulama Rönesans öncesi
Batı sanatında da bazı dinsel konulu resimlerde görülür.
Çok bakış açılı mekân anlayışı birçok resim üslubunda kullanılmıştır. Örrneğin
Eski Mısırlılar figürün baş ve ayaklarını yandan, gözlerini ve gövdesini ise
önden göründüğü gibi çizmişlerdir. Rönesans öncesi Avrupa resmi ile İslam
minyatürlerinde de benzer bir derinlik uygulaması kullanılmıştır. Minyatürlerde
dikey yüzeyler karşıdan göründüğü gibi, yatay yüzeyler ise plan biçiminde, sanki
tepeden görünüyormuş gibi çizilir. Bu da minyatüre alışılmadık bir üst üste
binmişlik duygusu verir.
19. yüzyılın sonlarına doğru Cezanne, Rönesans'tan beri kullanılan resim
mekânını değiştirmiş, yatay düzlemleri eğik bir eksende vererek, dikey
yüzeylerin resim yüzeyinde öne doğru çıkmasını sağlamış ve derinlik etkisini
yüzeyler aracılığıyla yaratmıştır. Cezanne'ın bu uygulaması daha sonra kübist
ressamlarca daha da ileriye götürülmüş, nesnelerin bütün yüzeylerinin
görüntüleri birbirini izler biçimde verilmiştir. Günümüzde mekân yaratmada
kullanılan bu algısal ve kavramsal yaklaşımlar bazen aynı kompozisyonda birlikte
de yer alır.
Ressamlar çok eski zamanlardan beri iki boyutlu bir düzlem üstünde zaman ve
hareket duygusu uyandırmaya çalışmışlardır. Bunların en bilinen örneklerinden
biri dizi resimler, bir başkası ise, bir defterin yapraklarının çevrilmesinde
olduğu gibi, birbirini izleyen görüntülerdir. Hem Doğu' da, hem de Batı'da
sanatçıların bir öykünün çeşitli aşamalarını aynı resmin içine yerleştirdikleri
görülür. Kübist ressamlar zaman duygusunu, ele aldıkları nesnenin içinde
bulunduğu mekânla ilişkili olarak işlemişler, gelecekçiler de bu noktadan yola
çıkarak ağır çekim filmlere ya da hareket halindeki bir nesnenin arkasında
bıraktığı izleri de gösteren fotoğraflara benzer resimler üretmişlerdir.
Bir resmin tasarlanmasında çeşitli ilkeler uygulanabilir. Anlatılmak istenene
göre simetrik olan ya da olmayan, derinlik duygusu güçlü ya da güçsüz olan,
geometrik ya da doğal biçimlere ağırlık veren, ele aldığı nesneler arasında
altın oran gibi ilişkiler kuran ya da kurmayan, gerilim yaratan ya da yaratmayan
düzenlemeler yapılabilir.
Resmin malzemesi
Resimde çok çeşitli malzemeler kullanılabilir. Önce üstüne resim yapılacak yüzey
belirlenir. Bu, kâğıt, karton, mukavva, kontrplak, ahşap gibi görece katı bir
yüzey olabilir. Dokunmuş bir kumaş ya da muşamba gibi daha yumuşak bir yüzey de
seçilebilir. Duvarlar, cam yüzeyler (vitray) ya da seramik (vazolar) üstüne de
resim yapılabilir. Bir yüzeye, üstünde görünebilecek biçimde boya uygulanır.
Boyalar bitkilerden, metal ve minerallerden, bazen de hayvanlardan elde
edilebildiği gibi, yapay olarak da üretilebilir. İlk boyalar yanmış dal ya da
kemik artıklarından yapılmıştır. Çini mürekkebi de isten elde edilir. Boyalar
katı olarak da, su ya da başka bir sıvı içinde eritilerek de kullanılır. Uzun
süre yumurta akı ya da şansı (bak. tempera) katılarak üretilmiş suluboyalar
kullanılmıştır. Yağlıboya, ince öğütülmüş toprak boyalarla ketentohumu yağının
(beziryağı) kolay sürülebilen bir macun kıvamına gelinceye kadar yoğrulmasıyla
yapılan bir boya türüdür. Çeşitli suluboyalar da boyarmaddenin arapzamkı ve öd
ile karıştırılmasıyla yapılır ve kullanılırken suyla yumuşatılır. Suluboya,
uygulandığı yüzeyi tümüyle örten yağlıboyaya karşılık altındaki yüzeyin dokusunu
ya da daha önce sürülmüş boyayı gösteren bir boya türüdür, fırça izi bırakır.
Guvaş ise suda eriyen, çabuk kuruyan ve sürüldüğü yeri fırça izi bırakmadan
örten bir boyadır.
Günümüzde yapay malzemelerden üretilmiş boyalar da kullanılır. Bunların en
önemlileri boya tozlarının akrilik reçinelerle kanştırılmasıyla yapılanlardır.
Yağlıboyanın bazı özelliklerini taşıyan bu boyalar çabuk kurudukları, fırça izi
bırakmadıktan, mat ve sudan etkilenmeyen bir yüzey oluşturduktan, esnek,
dayanıklı ve kolay temizlenebilir olduklan için seçilir. Kuruduktan sonra ve
zaman içinde renkleri koyulaşmaz. Bu boyaların yanı sıra, görece katı çubuklar
biçiminde üretilmiş çeşitli mumboya, pastel, renkli tebeşir türleri vardır.
Alkolde ya da suda eriyen boyaların kullanıldığı keçe uçlu kalemler de bunlara
eklenebilir.
Boyaların resim yapılacak yüzeye uygulanma biçimleri de çeşitlidir. Hem yağlı,
hem de sulu boyada kullanılan en yaygın yöntem boyanın fırçayla sürülmesidir.
Bundan başka mala, ıspatula, sünger, merdane gibi araçlar kullanılır. Çeşitli
püskürtme, akıtma, damlatma, fışkırtma, fırlatma yöntemleri de vardır. Kuru
boyalar ise resim yüzeyinde iz bırakacak biçimde kâğıda sürtülür. Tüy, kamış,
çelik uç gibi sert bir araç, sulu bir boyaya batınlır, sonra bir yüzey üstünde
dolaştınlırsa, boya görece ince bir çizgi biçiminde yüzeye aktanlmış olur.
Boyaların yüzeye uygulanması sırasında cetvel, gönye gibi yardımcı araçlar da
kullanılabilir. Bir kompresör aracılığıyla boya püskürtmeye yarayan pistoleler
günümüzde iyice küçülerek kalem gibi kullanılır duruma gelmiştir.
Tarihsel gelişme
Resim sanatının, etkileyici bir anlatım aracı olmasının yanı sıra bezemeci
yönünün de bulunması, tarihin en eski zamanlarında bile en yaygın sanat
dallarından biri olmasına yol açmıştı. Hem Doğu'da, hem de Batı'da çok eski
çağlardan beri resim yapılageldi. Sanat tarihçileri de resmin zaman içindeki
gelişmesini ülkelere, dönemlere ve akımlara göre ayırarak incelediler,
tekniklerine ve sanatçılarına ilişkin bilgiler verdiler. Sanat tarihinde
rastlanan ilk resim örnekleri duvar resimleridir (bak. duvar resmi). Üst
Paleolitik Çağdan (y. 4010 bin yıl önce) kalma mağara resimlerinden başlayarak
bu gelenek Eski Mısır'da ve Ege uygarlıklarında da kesintisiz sürmüştü; daha
sonra Rönesans'ta Mısırın ilk devirleri(4 binyıl-M.Ö.16. yy)
Geç Minos ve Girit Kralı. Klasik mitolojide sertliği ve adalete saygısıyla ünlü
Girit monarşisinin efsane kralı. Adından ötürü bu monarşiye Minoyen denmiştir.
Mutluluk demek olan Minos adı, Firavun yada Ceasar gibi, belki de sadece hanedan
ünvanıdır. Dante Alighieri'nin İlahi Komedya ( Divina Commedia )'sında
cehennemde yargıçlık yapan şeytana verdiği ad. Dante Minos'a bu görevi veriyor.
Miken uygarlıklarında vazo resmi ortaya çıktı. Bu dönemde çoğunda denizle
ilişkili örgelerin işlendiği vazo resimleri en yetkin düzeye Yunan uygarlığının
kırmızı ve siyah figürlü vazolarında ulaştı (bak. kırmızı figür tekniği; siyah
figür tekniği).
İÖ 500 dolaylarında vazo resminde Eksekias ve Amasis Ressamı gibi ustalar ortaya
çıktı. Klasik dönemin sonlarına doğru İÖ y. 400'lerde vazo resminde bir gerileme
başladı. Duvar resmi ise sürekli yeni tekniklerin denendiği yeni bir evreye
girdi. Bu dönemde Apollodoros, Zeuxis, Apelles ve Parasios gibi ressamlar Yunan
yapılarını bezeyen anıtsal duvar resimleri yaptılar.
Roma döneminde de Etrüsk geleneğinin bir devamı olarak özellikle mezarların
resimlerle bezenmesi yaygındı. Sonraları Pompei'de olduğu gibi evlerin duvarları
da boydan boya öyküsel sahnelerin ele alındığı duvar resimleriyle bezendi.
Roma'da portre geleneği her ne kadar heykel sanatındaki ileri düzeye
erişemediyse de, dönemin ünlü kişilerini betimleyen tek ya da grup portre
resimleri yapıldı.
Erken Hıristiyanlık döneminde resim sanatı ancak 2. yüzyılın sonlarına doğru
gelişmeye başladı Bu döneme ait örneklerin çoğu gene duvar resmi türündeydi.
Genellikle dinsel konuların işlendiği bu resimlerle katakomplardan kiliselere
kadar birçok yapı bezendi. Duvar resminin yanı sıra ilk örneklerine Roma
döneminde rastlanan kitap resmi de özellikle dinsel metinleri bezeme amacıyla
kullanıldı ve sürekliliğini Rönesans'a değin sürdürdü. Bizans sanatında ortaya
çıkan ikonlar Doğu Hıristiyan sanatında kitap ve duvar resimleriyle birlikte
bütün ortaçağ boyunca varlığını korudu; özellikle Rusya'da 15-17. yüzyıllar
arasında Novgorod, Moskova ve Stroganov okulları Moskova okulu; Novgorod okulu;
Stroganov okulu) çevresinde gelişimini sürdürdü.
Avrupa'da Karanlık Çağlar sırasında sanatta genel bir gerileme izlendiyse de
duvar resmi geleneği bütünüyle yok olmadı; ama ağırlık kitap resmine kaydı ve
çok sayıda resimli İncil yapıldı. Karolenj sanatı da kitap resimleri açısından
önemli bir dönemdi. Charlemagne'ın kurduğu saray okulunda çok sayıda yazma
üretildi.
11. yüzyılın ikinci yansında romanesk dönemle birlikte sanatta da yeni bir
atılım görüldü (bak. romanesk sanat). Romanesk yapıların duvarına resimler
yapılıyor, birçok ülkede de dinsel konulu yazmalar resimlerle bezeniyordu. 12.
yüzyılda Konstantinopolis'ten ( İstanbul) birçok yazma, ikon ve pano resmi
Avrupa'ya taşındı; bu da süregelen Bizans sanatı etkisinin artmasına yol açtı.
Gotik dönemde Bizans etkileri sürerken, 13. yüzyılın ortalarında kitap bezeme,
vitray, pano resmi ve freskte yeni bir anlayış kendini göstermeye başladı.
Giotto gibi İtalyan, Hubert ve Jan van Eyck, Hugo van der Goes ve Rogier van der
Weyden gibi Flaman ressamlar anıtsal yapıtlanyla geç gotik dönemin temsilcileri
oldular. Bu ressamların yapıtlarında henüz klasik öğeler yoksa da, Bizans
geleneğine göre daha yumuşak ve gerçekçi bir üslup geliştirdikleri ve böylelikle
Rönesans sanatına bir temel hazırladıkları görülür.
Rönesans resmi insanı merkez noktasına alıp onu hem gerçekçi, hem de ideal
güzelliği içinde göstermeye çalıştı. Ama Rönesansı izleyen maniyerizm, klasik
güzellik ideallerini bozdu, resimlere öznel bir gerilim, bir huzursuzluk duygusu
katmaya yöneldi. Rosso Fiorentino, Jacopo da Pontormo gibi Floransalı sanatçılar
bilinçli olarak Leonardo, Michelangelp ve Raffaello'nun uyumlu ve doğalcı
tavırlarından uzaklaştılar. Bu dönemde Kuzey ülkelerinde henüz Rönesans geleneği
sürmekteydi. Almanya'da Rönesans ilkelerini ilk uygulayan sanatçılardan biri
Albrecht Dürer'di. Flandre'da bu üslubun en önemli temsilcisi Pieter Bruegel
(Yaşlı) oldu. Gerek Flandre, gerekse Felemenk'te maniyerizm, İtalyan sanatının
özelliklerini yansıttı. 17. yüzyılda gelişen barok sanat, maniyerizmin
aşırılığına bir tepki olarak yüksek Rönesans ilkelerine geri dönüştü. Bu dönemde
Carracci doğalcı üslubuyla, Caravaggio ise özellikle ton geçişlerinde uyguladığı
yeniliklerle (bak. Çaravaggioculuk sanatçıları ile Camille Corot'nun
yapıtlarında buldu. Manzara resmi de bu dönemde yetkin bir düzeye ulaştı.Batı'da
modern sanat birçok uzman tarafından ) öne çıktılar. Barok sanat İspanya ve
Portekiz'de de El Greco ve Francisco Pacheco'nun sanatında ifadesini buldu.
Ribera, Caravaggioculuğu İspanya'da uygulayan ilk ressamdı. Flandre'da ise
Rubens, İtalyan etkisinde bir barok sanatın temsilcisi oldu. 18. yüzyılın
sonlarına doğru beliren yeniklasik üslup ise barok sonrası rokokonun aşın
bezemeci yaklaşımına bir tepki olarak Klasik sanatın yalınlığını yeğledi (bak.
klasikçilik), klasik temaları çizgisel bir yaklaşımla ele aldı. Yeniklasik akım
yetkin düzeye Fransa'da çıktı; bu üsluba damgasını vuran sanatçı JacquesLouis
David'di. 19. yüzyılda romantizm 18. yüzyılın materyalizmine karşı çıkarak
duygusal bir bakış açısına yöneldi. Bu dönemde edebiyat yapıtlarından
kaynaklanan resimler yapıldı; İngiltere'de William Blake ve OnRaffaellocular
Fransa'da Eugene Delacroix bu akımın önde gelen temsilcileriydi. Gene aynı
sıralarda gelişen gerçekçilik, nesne ya da olguları gerçek yaşamda olduğu gibi
anlatmayı amaçlamıştı; akımın en önemli temsilcisi Fransız Gustave Courbet'ydi.
Doğalcılık doğayı olduğu gibi betimleme eğilimiyle bir anlamda gerçekçiliğin
uzantısı gibiydi. En güzel ifadesini Fransa'da Barbizon okuluizlenimcilikle
başlatılır. 1870'lerin ortalarında Claude Monet ve arkadaşlarının geliştirdiği
izlenimcilik, yüzyıllardır süregelen akademik tavra bir karşı çıkıştı. Anlık
izlenimleri ışıltılı renklerle yansıtan bu akım 1880'lerde yeniizlenimciliğin
divizyonizm tekniği ile yeni bir anlatım biçimine ulaştı. Paul Signac ve Georges
Seurat'nın geliştirdiği bu akımda renkler, bilimsel özellikleri çerçevesinde
kullanıldı. 20. yüzyılın başlarında Fransa'da foyistler , Almanya'da da Die
Brücke ve Der .Blaue Reiter sanatçıları 4ışayurumculuk( Jf akımının en = önemli
temsilcileri oldu. Dışavurumcu resimlerde görece kaba fırça vuruşlan,
sanatçıların duygularını dile getirme aracı olarak kullanıldı. Kalın dış
çizgiler, parlak renkler ve biçim bozmalar da bu akımın temel özellikleriydi.
20. yüzyıl akımlarının bir özelliği, ilkelerin genellikle tek tek sanatçıların
atılımıyla belirlenmesi VJ; ardından, bir grubu sürüklemesiycli. Örneğin kübizm
Picasso ve Braque'ın nesneleri parçalayıp sonradan bir araya getirme
denemelerinin bir sonucuydu. Pürizm mimar Le Corbusier ve Amedeo Ozenfant'm,
gelecekçilik Marinetti'nin, dadacılık Marcel Duchamp' in, gerçeküstücülük de
yazar Andre Breton'un çevresinde toplanan sanatçılar tarafından geliştirilmişti.
1910'ların ortalarında Rusya'da ortaya çıkan ışıncılık, yapımcılık ve
süprematizm akımlarıyla, aynı yıllarda Mondrian'm geliştirdiği öğecilik 20.
yüzyılın ilk salt soyut akımları oldu.
II. Dünya Savaşı yıllarında Fransa'nın işgali, resim merkezinin Paris'ten New
York'a kaymasına yol açtı. Savaş dolayısıyla Avrupa'yı terk eden birçok öncü
sanatçı ABD'ye yerleşti ve 1940'ların ortalarında New York'ta soyut
Dışavurumculuk|dışavurumculuğun oluşmasına katkıda bulundu. 1960'larda ve
1970'lerde ABD'de gelişen renk alanı resmi, hareketli soyut, pop sanat, foto
gerçekçilik pop sanat ve minimal sanat gibi akımlar, temelde soyut
dışavurumculuktan etkilenmiş, onun ilke ve tekniklerinden yararlanarak kendi
özgün anlatımlarını geliştirmişlerdi. 1970'lerde kavramsal sanat ortaya çıktı.
'Sanat yapıtının somut bir ürün olmadığını, "kavramlar"dan kaynaklandığını
savunan bu akım, gerek ABD'de, gerekse Avrupa'da birçok yandaş buldu ve farklı
anlatım biçimleriyle etkisini 1980'ler boyunca sürdürdü. İlk belirtileri
1970'lerde görülen "yeni figürasyon" ise kavramsal ya da soyut yerine
dışavurumcu öğelerin ağır bastığı figüratif bir eğilimdi. Eğilimlerin çok
çeşitlendiği 1970'lerin ve 1980'lerin en göze çarpan niteliği, neredeyse her
ressamın kendi başına bir akımın temsilcisi haline gelmesi oldu.