Forum
=> Daha kayıt olmadın mı?
Burdasın: Forum => GENEL KÜLTÜR => Bazı Müzik Aletleri |
|
admin (şimdiye kadar 261 posta) |
YAYLI ÇALGILAR TÜRK MÜZİĞİNDEKİ YAYLI ÇALGILAR ØIklık (Iklığ Mısırlı Mansûr-i Reşîdî tarafından télif edildiği, Arabistan ve Türkistan diyãrında revaçta olduğu, Rumların asla kullanmadığı, Kemençe gibi üçer telden ibàret çok tiz perdeli “Oklu” mãnãsında küçük bir keman olduğu söylenmektedir. Amasyalı Şükrullah’a göre, ayaklı ve dik çalınan iki telli bir sazdı 7. Kıyak, Gıjak, Yaylı Kopuz, Kabak Kemãne, Kemençe ve Eğit gibi ãletlerden oluşan Türk Yaylı Çalgılar ãilesinin eski bir ferdidir 14. ØKemençe Nahçıvan’da gömülü olan Fãriyãbî’nin télif ettiği yazılıdır. Farsça “yay” demek olan “keman” kelimesinden türemiştir]. Iklığ’a benzediği anlaşılıyor, ancak üç veya dört tellidir ve diz üstünde, tırnaklarla tellere değilerek çalınır. Yunanlıların Lira, Macarların Hegedü, Bulgarların Gadulga dedikleri çalgıdır. Karadeniz yöresinde ise Tırnak Kemençesi olarak anılır 14, ØRebab Hz. Süleyman huzurunda çalınmış ve Abdullah Fãriyãbî’den kalmış olan, ibrişimden üç telli kadim bir saz olduğu ve Hz. Muhammed döneminden önce haram sayılmadığı yazılıdır. Tãrihte birçok defã Iklığ ve Kemençe ile bir tutulmuştur. Eskiden bir tür Uda bu ismin verildiği anlaşılıyor. Günümüzde ise yayla çalınan Kemençe-vãrî bir saz olup, üç,dört, hatta beş telli türleri vardır 7,14. TÜRK MÜZİĞİNDEKİ OYUN ÇALGILARI ØAğız Tanburası Lehistan’ın Danzig vilãyetinde îcãdedildiği söylenmektedir. Batı’da Yahudi Arpı veya Krembalum adıyla anılan, demir gövdeli ve dilli bir çalgı olarak tãrif edilmektedir. Telli tanburla alâkası yoktur. Muhtemelen çocuk çalgısı olup, günümüzde bildiğimiz düdüklere benziyordu. ØFilcan (Fincan) Saz İçlerine farklı oranlarda su doldurulmuş çini kâseler oluduğu hãlde, Hint îcãdı olduğu söyleniyor. Günümüzde Halk Müziğinde kullanılmaktadır. ØKamış Mizmar Şeyh Şüşterî tarafından gölge oyununda kullanılmak üzere télif edildiği, kamıştan dilim dilim yarılmış bir saz olduğu söyleniyor. 14. yüzyılda yaşamış olan Muhammed Şüşterî’nin, Çin gölge oyununu ve muhtemelen Çin Şengi denilen bu müzik ãletini Türkiye’ye getirdiği sanılmaktadır. İbn-i Gaybî, Çince adıyla Hşao-Hşeng diye bilinen bu çalgıdan Çubçik (Çıpçık-Çapçak) olarak sözetmektedir. Günümüzde Karagöz oyununda kullanılan Narake adlı çalgı olabileceği düşünülmektedir. İbn-i Sina’ya ait “Al-Nacat” başlıklı risãlede Mizmar kelimesine, yine kendisine ait “Danişnãme” adlı farsça eserde Nây kelimesine rastlanıyor. Ayrıca “Mãfãtih ål-Ulûm” adlı bir başka eserde: “Mizmar nãy’dır” şeklinde bir ibãre bulunmaktadır 11. ØSafir (Islık) Kuklabaz çalgısı olduğu anlaşılıyor. İki kemik parçası arasına deri konup ağızla çalınırmış. Çok muhtemelen güldürü amaçlı kullanılıyordu. ØSafîr-i Bülbül (Bülbül Islığı İbn-i Sînã tarafından bülbülün ötüşünü taklit etmek üzere îcãdolunduğu söyleniyor. Muhtemelen ağzına düdük eklenmiş su dolu pirinç yãhut bakır bir kaptan ibãretti. Kalabalık bir güruh çalgıcı tarafından kullanıldığında, ãdetã renk renk haykıran bülbül sürüsü acem yoluna düşermiş. Belli ki şenliklerde ve şölenlerde, gösteriş yoluyla insanları eğlendirmede fayda sağlıyordu. ØŞãne Arapça tarak demek olan Şãne’nin, pek muhtemelen bir kağıt ile berãber üflenerek, yãhut tırtıkları hızla çekiştirilerek ses vermesi sözkonusu olmaktadır. Kuklabazların bu çalgıyı güldürü amaçlı kullandıklarını düşünmek caizdir. * * * Evliyã Çelebi’nin, Seyahatnãme’sinde kaydettiği bütün çalgıları böylece özetlemiş bulunuyoruz. Şimdi, biz bu ve günümüzde mevcut bulunan çalgılar arasından Türk Dünyãsında kullanılmış ve kullanılmakta olanları, maksatlarına göre dört kategoride toplamayı uygun görüyoruz: | |||
admin (şimdiye kadar 261 posta) |
Osmanlı Mehterhanesinde Çalınan Sazlar Şu Gruplarda Toplanabilir. Nefesli Sazlar Kaba zurna, Cura zurna , Boru , Mehter düdüğü , Klarnet Vurmalı Sazlar Kös , Davul , Nakkare , Tabılbaz , Def Ziller - Çıngıraklar Zil , Çoğan Mehter takımları kendi bünyelerinde bölüklere ayrılırdı. Bölüklerin sayısı çalınan sazların çeşitleri kadardı. Bölüklerin bir bölükbaşısı vardı Zurnazenler Bölüğü : Başında zurnazen denilen bölük ağası bulunurdu ki aynı zamanda mehterbaşı hüvviyetini de taşırdı. Bölüğün diğer efradına zurnacı veya zurnazen adı verilirdi. Bunlar er rütbesinde bulunurlardı. Zurnazenler başlarına mor kavuk, üzerine beyaz destar, beyaz entari, belinde kuşak, kırmızı şalvar, sarı yemeni ve kırmızı biniş giyerlerdi. Boruzenler Bölüğü Nakkarezenler Bölüğü Zilzenler Bölüğü Davulcular Bölüğü Kös Bölüğü Çoğan Bölüğü Mehterhanenin diğer bölüklerini oluştururlardı. Zurna, Mehter takımının en başta gelen temel sazıdır. Bütün musikiyi tek başına yalnız zurna çalabilir. Sesi renkli, canlı, pastoral, heybetli duygulu ve oynaktır. Sesten sese kayışlar, kısa ve keskin sesler elde edilebilir. Türk musikisi sazları arasında en yüksek icra sanatına elverişli bu sazın, zurnazenbaşı İbrahim Ağa ve Edirneli Daği Ahmed Çelebi gibi isimleri günümüze dek ulaşan çok değerli virtüozları yetişmiştir. Ayrıca Osmanlı paşaları arasında zurnazen Mustafa paşa gibi büyük bir zurna üstadı da bulunmaktadır. | |||
admin (şimdiye kadar 261 posta) |
KEMAN TÜRK MÛSiKÎSi'NDE KEMAN'IN YERi Keman'ın Türk ülkesine ne zaman geldiği kesin olarak bilinmiyor. İstanbul ve Trabzon gibi Lâtin ülkeleri ile sıkı ilişkiler bulunan şehirlerde çok eskiden beri Keman'ın en eski örneklerinin bulunduğu ileri sürülmüştür. Kanunî Sultan Süleyman 'ın sadrazamlarından Makbul İbrahim Paşa'nın gençliğinde, padişahın şehzadesi olarak Manisa'da bulunduğu yıllarda Keman çaldığı biliniyor. Yine bu yüzyılda yaygınlık kazanmış bir saz olarak klâsik mûsikîmize girememiş olmakla birlikte , halk arasında çok tutuluyor ve koltuk meyhanelerinde çalınıyordu. Keman'ı üst düzey sınıf arasına sokan kişinin , Sultan 1.Mahmud dönemi sanatkârlarından olan Corci olduğu ileri sürülür. Keman'dan önce mûsikîmizin yegâne sazı Rebab idi .O yıllarda Keman'a "Viola d'Amore" deniyordu ki, bu sazın benzeri yakın zamanlara kadar kullanılmış olan Sine Kemanı'dır. Kemani Corci'ye kadar bütün kaynaklarda , eski Türk Kemanını çalanların Türk olduğu halde, 18.yüzyıldan , daha doğrusu Corci'den sonra Türk olmayan kimseler Batı Kemanını çalmağa heves etmiş ve pek çok ünlü isim otaya çıkmıştır. Hiç şüphesiz bu sanatkârlar " Viola d'Amore " nin farklı şekli olan Sine Kemanı'nı çalıyorlardı ; Yedi teli olan Sine Keman'ın sesi biraz boğukça olduğu ve Kemençe sesine benzediği için , musikîden anlayanlarca daha çok tercih ediliyordu . 19. yüzyıl başına kadar Keman çalan sanatkârlar Keman'ın her iki türünü de kullanmışlardır. Daha sonra Sine Kemanı unutulmuştur. Son icrakârları Mustafa Sunar ile Nuri Duyguer olmuştur . Batı Keman'ının ülkemize yerleşmesinde Romanyalı Miron'un büyük rolü olmuştur. Ülkemizde Türk Musikîsi ölçüleri içinde çok güçlü icrakârlar yetişmiştir . Bir devreye damgasını vuran bu sanatkârlardan bazıları şunlardır: Kemanî Hızır Ağa , Kemanî Rıza Efendi , Kemanî Corci , Kemanî Kör Sebuh , Kemanî Aleksan Ağa , Kemanî Memduh , Bülbülî Salih Efendi ,Reşat Erer , Nubar Tekyay , Sadi Işılay , Hakkı Derman , Selahattin İnal v.b. Musikî terminolojimizde Keman çalanlara " Kemanî " denir . KEMAN'IN ÖZELLiKLERi Keman insanı derinden etkileyen , eşsiz güzellikteki sesiyle , yaylı çalgılar ailesinin en önemli üyesidir. Sesi , öteki çalgılara göre birçok bakımdan insan sesine daha yakındır . Keman , çene altı ile omuz arasına sıkıştırılarak tutulur. Sol elin parmakları sap üzerinde bulunan tellere basarak gezinirken , sağ elde tutulan yay ,Keman tellerine sürtülerek çalınır . Gövdenin orta bölümündeki yan girintiler yayın daha kolay hareket etmesini sağlar.35 ile 36 cm arasında değişen bir gövdesi vardır. Küçük ve hafif bir çalgı olmakla birlikte , ortalama 84 ayrı parçanın bir araya getirilmesiyle yapılır .Genellikle iki cm .kalınlığında bir çam veya akağaç'tan oyma kalemi ve rende kullanılarak biçime sokulur . Keman'ın bir gövdesi ve buna bağlı bir sapı vardır.Gövde göğüs tahtası ya da tabla denen üst kapak , alt kapak ve onları birleştiren yanlık adlı verilen bir kasnaktan oluşur. Tellerin köprü aracılığıyla gövdeye yaptığı basınca direnebilmesi alt ve üst kapaklara hafif bir kavis verilmiştir . Sapın ucundaki burgulara( kulak) sarılarak bağlana teller bir eşikten (köprü geçerek gövdenin ucundaki kuyruk bölümüne bağlanır . Köprü tellerin titreşimini üst kapağa iletir .Burgu yuvalarına yerleştirilen kulaklar tellerin istenilen ölçüde gerilmesini sağlar . Gövdenin içine boydan boya yerleştirilmiş ,bas çubuğu ya da bas kirişi denen bir çıta , eşiğin tam altında da can direği denilen bir takoz bulunur . Bas çubuğu sesin tınılanmasına , can direği de ses titreşimlerinin alt kapağa iletilmesine yardımcı olur . Üst kapak üzerinde " f " biçimindeki iki ses deliği ses titreşimlerinin gövdeden dışarı çıkmasını sağlar . Dış etkilerden korunabilmesi için yapımı tamamlandıktan sonra özel karışımlı bir tutkalla cilalanır, cila aynı zamanda Keman'ın ses tınısını belirleyen önemli bir öğedir. Keman yapım ustalarına Luthier denir . Ülkemizde Keman yapım teknikleri çok gelişmiş , çeşitli yarışmalarda birincilik alan Luthierlerimiz vardır bunlar : Cafer Açın , Mesut Gözalan, Yunus Tarhan , Mehmet Alkan ,Nevzat Önder ,Ayhan Damcıoğlu , Ahmet İyidoğan ,Emin Tilev , Bedii Akol v.b. KEMAN'IN AKORT SiSTEMi Keman 'ın metalden ya da hayvan bağırsağından yapılmış dört teli vardır . Akort sistemi pest'ten tize doğru : SOL-RE-LA-Mİ olarak düzenlenmiştir. Batı Kemanlarıyla aynı akort sistemine sahip olmasına rağmen , Türk Mûsikîsine uygun şekilde isimlendirilmiştir : DO-SOL-RE-LA dır . Bazı icracılar " LA" telini , İnce "SOL" düzeniyle kullanmaktadır bu konuda çeşitli fikirler öne sürülmüştür . Eskiden kullanılan ve Avrupa'dan getirilen Kemanların 5 esas 6 (7)ahenk teli olduğu ve aynı telin yine ince "SOL" olarak akord edildiği biliniyor. Bir başka görüş ise , Rebab ve Ud gibi çalgıların akorduna benzetmek için böyle hareket edildiğidir. ( "LA" akort Türk Mûsikîsi icralarında çiğ kalmakla birlikte , bazı makamlar transpoze edildiğinde icrada zorluklar oluşmaktadır ) -KEMENÇE- Kemençe kelimesi, yayla çalınan sazların, Farsça 'yay' anlamındaki keman kelimesinden türemiş ortak adıdır. Arapların rebab dediği bu türe eski Türkler 'oklu' anlamında "ıklığ" diyorlardı ki bütün yaylı sazların en kıdemli atasıdır. 10 ila 15. yy.larda yalnız Arap ve Bizanslıların değil, İranlılarla Türklerin de kullandığı kaynaklardan anlaşılan ve 18. yy. sonlarına kadar Türk musikisinin tek yaylı sazı olan Kemançe'nin yerini, Batının önce Viola d'amore'si (sinekemanı adıyla), sonra da Violino'su (keman) aldı. Ama Laz kemençesi Karadeniz horonları sayesinde, armudi kemençe ise 19. yy. ortalarına doğru girdiği fasıl topluluğu içinde günümüze kadar gelebildi. Türk musikisinin bu en küçük sazı, boy-bosundan umulmayacak güçte bir ses yüksekliğine ve tınısına sahiptir (sesler, diğer telli sazlarda olduğu gibi teli kısmen sağırlaştıran parmak ucu etinden değil, tırnağın sert boynuzsu yapıdaki yüzeyinden elde edildiği için). Herhalde müziğimizin, en kalabalık topluluklarda dahi sesi rahatça (çok defa da maalesef rahatsız edercesine) duyulan en dişi iki sazından biri kanunsa, öbürü kemençedir. Aslında karaağaç, karadut, dikenli ardıç, maun veya pelesenk çeşitlerinden birinden 42x16x6 cm ölçüsündeki bir takozun; sadece içi oyulmak, tekne, boyun ve kafa'sına gereken şekil verilmek, kapak, burgu ve tel takılmak suretiyle bu kadar zarif bir sanat şaheseri haline gelebileceğini hayal etmek bile zordur. Kesidi minik bir kayık gibi olan teknenin tabanı 6-10, yanları ise 3 mm.ye kadar oyulup yuvarlak sistreyle tesviye edilir. Sırtta burgulara yakın yerde başlayıp kuyruk takozuna yakın yerde sivrilerek biten sırt oluğu, saz bittikten sonra ince zımparayla son akortların yapıldığı, kemençenin göğüsten sonraki en önemli ve hassas elemanıdır. Bu oluğun en geniş yerinde ise (eşiğin tam altı 3-4 mm çapında, etrafı bazen sedef çiçek motifiyle süslü bir delik açılır ki görevi tiz perdeleri maskeleyip bas perdeleri yükseltmektedir. Bütün bu işler tamamlanınca sazın teknesi gomalakla cilalanır. Kemençeye belki de bütün sevimliliğini veren burguları (tavşan kulağını andırdıkları için kulak adı verilmiş olabilir), süslü sazlarda yılan, fildişi, abanoz veya pelesenk, sade sazlarda zerdali, badem veya akgürgen gibi ağaçlardan yapılır ve 14-15 cm boyunda olur. Burguların en geniş (akort için tutulup döndürülecek) kısmı ise 21 mm.dir. Boylarının normal saz burgularından uzun olmasının bir sebebi kısa kalın tellerin momentini dengelemekse, diğer bir sebebi de sazın iki noktadan tesbitli olarak tutulmasını sağlamak olabilir: kemençe, kuyruk takozu sol dize (bazen de iki diz arasına) konmak ve burgularından göğse (kalbe) dayatılmak suretiyle tutulur; tellere yandan değen sol elle yayı çeken sağ el de icrayı sağlar (yay durumlarına göre saz sol el ayası içinde sağa-sola hafifçe döndürülebilir). Burgunun 1 cm.i kafadan arkaya çıkar; kafaya giren 6 cm.lik kısım kesik koni, kalan 8 cm.i de tavşan kulağına veya laleye benzer çeşitli şekillerdedir. Kemençenin üç telinden ikisi (Rast ve Neva) bağırsaktan, üstteki ilk telse (Yegah) gümüş sargılıdır. Üst ve alt tel 25.5-26, orta tel 29.2-29.5 cm uzunluğunda; üst tel 0.8, orta tel 1.5, alt tel 1 mm kalınlığındadır. Saz ortalama 60 cm uzunluğunda, esnemeye dayanıklı yılan, abanoz vb. sert ağaçlardan yapılmış, avuç içi yukarıya bakacak şekilde tutulan bir yayla çalınır. Tellere sürtülen 150-200 civarındaki at kılına, kaymasın diye -keman yayındaki gibi- reçine sürülür. Yayın sapa yakın 10 cm.lik deri kaplı kısmına sokulan orta parmak (gerekirse yüzük parmağı vasıtasıyla at kılı gerdirilir. Yayın burnu ise at kuyruğu gibi bir süs püskülüyle bitirilir. Doğudan batıya geçtiği kesin olan yaya at kılı takma adetinin, şaman kopuzunda, tuğ adlı en eski ritm sopasında ve rebabda da görüldüğü üzere, Türklerde ata verilen kutsal değerden kaynaklandığı açıktır (bkz. M. R. Gazimihal, Asya ve Anadolu Kaynaklarında Iklığ; Curt Sach, The History of Musical Instruments). Ayrılmaz davul-zurna ve ney-tanbur ikilisi gibi, kemençenin ayrılmaz arkadaşı da yüzyılımız başlarına kadar lavta'ydı. Sakız çingenelerinin elinde lira adıyla kullanılan bu saz, eski Pera tavernalarında sadece lavtanın tempo tuttuğu bir oyun havası sazı iken, büyük dahi Tanburi Cemil Bey'in, hocası Vasil'in elinde görüp gönül verdiği bu saza ilgi duyması ve kısa zamanda en üstün seviyeye çıkarması sayesinde aynı zamanda asil ve zarif bir fasıl sazı oldu. Bunda, artık bütün müesseseleriyle çökmekte olan bir imparatorluğun hüznüne ve Türk zevkıne, keman sesinden çok daha yatkın gelmiş olmasının etkisi açıktır. Normal kemençeden 1-2 cm daha büyüğü olan Kaba (Büyük) Kemençe'yi de yaptıran Cemil Bey ayrıca, sazda hiçbir değişiklik yapmadan Kemençeye dördüncü (kaba Rast) telini ilave etmiş ve plaktaki ünlü Pesendide taksimini bu 4 telli kemençeyle yapmıştır. Ancak bu sazın, Sadettin Arel'in 1933'te yaptırdığı dörder telli ve tel boyları eşitlenmiş Kemençe Beşlemesi ile (soprano, alto, tenor, bariton, bas) hiç ilgisi yoktur. Bugün İTÜ Türk Müziği Konservatuarında üç telli klasik kemençe ile dört telli Arel kemençesi birlikte öğretilmektedir. Eskiden -diğer sazlarımız gibi- siyah veya yeşil kadifeden ağzı kordonla büzülmüş bir torbada taşınan (ve kordonundan redingotun iç cebindeki düğmeye asılan) kemençe, son zamanlarda içi kavak (veya akume) kontrplak, dışı vinylex, sazı ve yayını alan saplı-menteşeli şık bir kutu içinde taşınmaktadır. Bilinen en eski büyük kemençe yapıcıları Büyük İzmitli, Vasil ve Baron'dur (adları -silinmemişse- tekne içindeki etikette veya kapak altında yazılıdır). Bu büyük isimlerden sonra gelen iyi kemençe yapıcıları ise Haldun Menemencioğlu (Haluk Recai), Reşat Uca ve İhsan Özgen'dir. Kemençevi veya Kemençeci olarak bilinen sazın en iyi icracılarını ise şu şekilde sıralayabiliriz: Vasil, Tanburi Cemil, Nikolaki, Samiye Morkaya, Anastas, Sotiri, Mes'ud Cemil, Ruşen Kam, Hadiye Ötüken, Haluk Recai, Cüneyd Orhon ve İhsan Özgen. Sanatçıların görüş birliği halinde olduğu en iyi genç isimlerse Hasan Esen, Derya Türkan ve Neva Özgen'le Furkan Bilgi'dir. -KUDÜM- KUDÜMÜN FiZiKi YAPISI Yanyana koyulmuş birbirinden farklı büyüklükteki tas biçimli 2 ayrı gövdeye deri gerilmesi ile oluşur. "Zahme" adı verilen yumuşak veya orta yumuşaklıkta ağaç sopalarla çalınır. Gövdeyi meydana getiren 2 çanak, dövme bakır veya ağaçtan imal edilirler. İki çanağın büyüklüğü birbirinden farklı olmasının nedeni, icra sırasında farklı tını elde etmek içindir. Kalın tını veren çanağın adı DÜM, tiz tınıya sahip olanın adı TEK tir. Çapı 15-16 cm olan dümün derinliği 30-32 cm., çapı 14-15 cm. olan tekin derinliğiyse 28-30 cm.dir. Bu iki çanağın üstüne gerilmesi için kullanılan deve veya keçi derisinin kalınlıkları da, düm üstüne 2 mm., tek üstüne 1 mm.olmak üzere birbirinden farklıdır. Gövdenin altına kudümün yerle temas ederek tınısının değişmesini önlemek ve çalan kişiye icrayı kolaylaştıracak eğimi verebilmek için "simit adı verilen ortası boş silindirler konur. AKORDU Kudümün vurmalı çalgı olarak belli bir akordu yoktur. Ancak üstadlar Dümün icra edilen makamın karar sesine tekin ise makamın güçlü derecesine çekilmesini uygun görürler. -TANBUR- TANBURUN FiZiKi YAPISI Yarım elmayı andıran yuvarlak bir gövdesi, uzun bir sapı vardır. Gövdesi ve sapı ağaçtan yapılır. Sapının üzerinde misinadan (eskiden barsaktan) sarılmış perde bağları bulunur. Dördü sarı bakır, dördü çelik olmak üzere 8 teli bulunan tanburun 6 teli çift çift 2 teli ise ikisi tek tek olmak üzere 5 ayrı sese akortlanır. Bağa (kaplumbağa kabuğu) ismi verilen mızrapla çalınmaktadır, (mızrabın bu ismi almasının sebebi hammaddesinin kaplumbağa kabuğu olmasıdır). Tanbura "Türk Musikisinin Piyanosu" denilmesi, kimi kişilerce tanburun perdelerinin sabit sanılmasına yol açsa da, sapın üzerine bağlanan perdelerin sapa sabit ve bağlanan perde sayısının bir standardı olmadığı bir gerçektir. Sapın üzerine bağlanan perdeler konusunda Tanburi Cemil Bey "Bu perdeler mandolin ve gitarda olduğu gibi sap üzerine tesbit edilmiş olmayıp, iki tarafa hareket edecek surette yağlandığından ve sapın tûli dahi müsâit bulunduğundan, tanbura her istenilen perde ilave edilebilir. Bu cihetle tanbur, perdesiz sazlara mahsus vesâiti hâizdir", demektedir. Bugün saz yapımcılarının elinde tanbur için yapılmış perde şablonları bulunmaktadır. Ancak bu şablonlara göre bağlanan perdeler Türk Musikisi icrasına yetmemekte, bunun için tanbura perde ekletme ve icra sırasında perdenin yerini değiştirildiği görülmektedir. AKORDU Günümüzde, tanburun tınısından ve ahenginden daha fazla yararlanabilmek için birinci çift tel yegah sabit olarak kalmak üzere diğer teller icra edilen makamın özelliklerine göre değişik seslere akortlanır.Bu yüzden tanburun akordu sabit değildir denilebilir. Ancak geleneksel olarak adlandırabileceğimiz tanbur akordu şöyledir: (yegah=110hz) -UD- KELiMENiN KÖKENi: El ud (Arapça). Odun, Ağaç, Öd Ağacı UDUN FiZiKi YAPISI Bombeli olan arka kısmı 19 veya 21 çember şeklinde tahtadan yapılır. Gövdenin içi boştur. Göğüs ismi verilen ön kısımda; ortada büyük, yanlarda iki küçük "gül" denilen oyuk bulunur. Mızrapla çalınır. 6 çift teli vardır. Eskiden tel olarak at kılı, daha sonraları ise ince olan üç çift için kiriş (katküt), öbür üç çifti üzeri sim sarılmış ibrişim veya ipek kullanılırken, bugün tellerin ince olan 3 çifti misina, diğer 3 çift ise çeliktendir. Mızrabın yapıldığı malzeme de zaman içinde değişiklikler göstermiştir. Başlarda mızrap yapımında kartal kanadı kullanılırken, kiraz ağacı kabuğu, kösele, bağa (kaplumbağa kabuğu) gibi malzemelerle mızraplar imal edilmiştir. Bugün mızrap yapımında yaygın şekilde ham madde olarak kullanılan malzeme plastiktir. TARiHÇE Udun icadı konusunda verilebilecek kesin bir tarih, ulus veya dönem ismi yoktur. Hakkında bilinen; çok eskilerden beri kullanılan bir saz olduğudur. Eski Arap ve İran yazarları udun icadını Pythagoras'a diğerleri ise Platon'a atfederler. Abdülkadir Maragi ise, udu, Doğu milletlerinin kullanmış oldukları en eski çalgı olduğunu söyler ve udun icadı üzerine şu efsaneyi nakleder: “Lameş'in çok uzun ömrü olmuştur. Elli zevcesi ve yüz oda-lığı vardı, bununla beraber hiç çocuğu olmamıştır. Hayatının sonuna doğru iki kızı oldu. Birine Sala, birine de Bem ismini verdi. Bir müddet sonra bir oğlu oldu. Bundan çok sevinç ve neşe duydu. Çocuk beş yaşına gelince öldü. Lameş o kadar ağladı ki, cennetten kovulduğu zaman Adem'in ağlaması dışında, dünyada hiç kimse ondan evvel bu kadar ağlamamıştı. Çocuğunun cesedinin daima görülebilmesi için Lameş onu bir ağaca astı, ara sıra karşısına gidip onu kaybettiğinden dolayı ağlıyordu. Çocuğun cesedi ağacın üzerinde o kadar uzun kaldı ki, eti ve derisi kemiklerinden dökülerek yere düştü. Lameş, cesedi asmış olduğu ağaç dalını keserek, ona az çok oğlunun şeklini verdi ve bu aletin üzerine at kıllarını bağlayarak gerdi. Bu kıllara parmakları ile dokunduğu zaman çıkan sesler onu ağlatıyordu. Bir gün bu sesler ona öyle tesir etti ki, derhal öldü. Lameş'ten sonra udun şekli değişikliklere uğradı ve bugünkü şeklini aldı.” Tarihte ud hakkında en kapsamlı bilgiyi verenlerden biri olan Farabi, o döneme kadar 4 telli bir saz olan uda 5. teli eklemiştir. 6. telin ise hangi dönemde, kimin tarafından eklendiği bilinmemektedir. Farabî ve ondan sonra gelen eski araştırmacıların yazdıklarından anlaşıldığına göre udun sapında perde bağları vardı. Bugün bu bağlar ne Türkler, ne de Araplar tarafından kullanılmaktadır. Ud, Müslüman Arab'ların İspanya'yı 711 yılında fethinden sonra Avrupa’ya geçmiştir. Ud ve udun benzeri olan lavta Avrupalı Halk Ozanları tarafından benimsenmiş, yaylı ve mızraplı saz imaline lutherie = udculuk" ve imal eden ustaya "luthiste" denmiştir. Evliya Çelebi, XVII. asır ortalarında İstanbul'da 9 profesyonel udi olduğunu bildirir. Bu sayı Evliya Çelebi’nin Diğer sazlar ve onu icra eden insanların rakamları ile kıyaslanır ise uda İstanbul'da rağbet edilmediğini gösterir. Gerçekten de bir dönem Türk Klasik Musikisinde, tanbur uda tercih edilmiş, ud adeta dışlanmıştır. Udun tekrar Klasik Türk Musikisinde popüler bir saz haline gelmesi XIX. asır sonlarında Arap Musikisi'nden alınmasıyla olmuştur. iCRACISINA VERiLEN iSiM Sazı icra edenlere Türkler udi, Araplar ise avvâd demişlerdir. -KANUN- KANUNUN FiZiKi YAPISI Toplam tel sayısı icracının tercihine göre 72, 75 veya 78 olarak değişir. Üzerinde gerili bulunan teller üçer üçer akord edildiğinden 24(72 telden), 25(75 telden) veya 26(78 telden) ses elde edilir. Teller için eskiden kiriş kullanılırken bugün misinadan yararlanılmaktadır. İcra edilen eserde kullanılan arızaları (bemol ve diyezler) için gövde ile tellerin arasına, teli geren mandal ismi verilen dökme mekanizmalar çakılır. Bu sistem 19 yüzyılın ikinci yarısında icat edilmiştir. Bu tarihten önce, kanun icracıları teli parmak darbeleri ile gererek istedikleri sesi elde etmeye çalışıyorlardı. Kanun icracıları kanunu çalmak için, ellerinin işaret parmaklarına yüksük adı verilen metal halkalar takar ve yüksük ile parmaklarının arasına bağdan yapılan mızraplar sıkıştırırlar. TARiHÇE Kanun’un hangi devirde kim tarafından bulunduğu veya kökeni, müzikologlar tarafından tartışılan bir konudur: * İbn Khalikan “Vefayatük-Ayân” adlı eserinde Farabi tarafından icat edildiğini söyler. * H.G. Farmer, Farabi’nin eseri “Kitab-ı Musiki”de kanun ismine rastlanmadığını tespit etmiştir. Ancak Farabi’nin aynı eserinde “Ma’azif” adıyla tarif ettiği çalgının Kanun olduğunu ve bu saza son şeklini Farabi’nin vermiş olabileceğini ekler. * Farabi ile aynı yüzyılda yaşamış olan İbn-i Sina ve Al-Hüseyin’in eserlerinde de Kanun ismi anılmamaktadır. * X. yüzyılda yazılmış olan Arap edebiyatı ürünü “BinBir Gece Masalları”nda “Kanun-i Mısri olarak isimlendirilerek bu çalgı tarif edilmektedir. * Horasanlı Bermek ailesinden olup, Musul yakınında İrbil'de dünyaya gelen İbni Hallegan adında biri tarafından XIII. yüzyılda bulunduğu da söylenir. * Çeng ile Kanunun gerek çalınış gerekse şekil bakımından benzerliği göz önünde tutulursa aynı kökenden geldiği düşünülebilir. Bu da kanunun tarihini, antik çağa; Eski Mısır ve Sümerliler zamanına kadar geri götürür. Klavsenin atası olarak kabul edilir. * Yapımının Farabi’ye atfedilmesi bazı araştırmacıların Türklerin Kanunu eskiden beri kullandıkları görüşüne sürüklemiştir. * XIII, XIV ve XV yüzyıllarda kanunun ilgi gören bir saz olduğu ve Osmanlı Sarayı’nda dinlendiğini bugüne ulaşan kaynaklardan öğreniyoruz. Evliya Çelebi Kitabında XVII. yüzyılın başlarında İstanbul’da yaşayan Kanun icracılarının isimlerini saymıştır. Ama XVIII. yüzyılda bu çalgı Osmanlının başşehri İstanbul ve civar bölgelerinde tamamen unutulmuştur. Türk Musikisinin parlak devirlerinden biri olarak değerlendirilen Padişah III. Selim döneminde bu çalgıyı icra eden bir isme tarihte rastlanmamaktadır. XIX. Yüzyılda II. Mahmut’un saltanatı sırasında (1808-1839) Arap kökenli bir Mu*****inas olan Şam’lı Ömer Efendi Kanunu | |||
admin (şimdiye kadar 261 posta) |
Piyano PİYANO Klavsenin gelişmişi , tuşlu bir çalgıdır. Yapım biçimi ile duvar ve kuyruklu (salon) adı verilen çeşitleri vardır. Piyano kelimesi İtalyanca "Pes ve güçlü sesli klavsen (harpsikord) - gravicembalo col piano e forte" dan gelir. Piyano Forte olarak adlandırılması da bundandır. Atası klavsen'den en önemli farkı , tuşa basışta uygulanan kuvvete göre çıkan sesin şiddetinin de doğrusal olarak değişken olmasıdır. Tarihçe İlk Piyano 1700'lü yıllarda İtalya - Floransa'da Bartolomeo Cristofori' tarafından yapıldı. Cristofori'nin en büyük başarısı , piyano'nun temel mekanik sorunu olan , çekicin tellere vurması fakat sesin çekicin etkisi ile sönümlenmemesi için çok çabuk bir şekilde tellerden ayrılarak notanın yeniden çalınabimesi için geri dönmesi sorununa ilk çözümü üretmesidir. Öldüğü 1731 yılına dek 20 civarında piyano üretti. Fransız Marius'un bu çalgıya katkısı, tokmaklı klavseni bulmak oldu. Saksonyalı Silbermann ise, Schröter' in çekiç sistemini geliştirdi ve Bach'ın da değerli öğütlerinden yararlanarak, klavyenin tüm ses genişliğinde eşit bir ötum elde etmeyi başardı. Augsburg' da org yapımcısı Johann Anderas Stein (1728-1792) "Alman" veya "Viyana" usulü denen mekanizmalı piyanolar meydana getirdi. 1789'da Stein, ayrıntıları belirtmek için kullanılmakta olan dizliklerin yerine pedal koydu. Andreas ve torunu Johann Baptist Streicher (1796-1871), piyanonun yapısını (Beethoven'in arzusu üzerine) daha sağlamlaştırdı ve ikinci bir otum kapağı ekleyerek daha dolgun bir ses sağladı. Piyano sanayinin gerçek kurucusu AlmanZumpe' dir, "kılavuzlu" denen mekanik piyanoyu gerçekleştirdi. İlk düz piyanoyu, 1789' da İrlandalı William Southwell yaptı. Sebastian Erard1822'de piyano yapım tekniğini geniş ölçüde etkileyen bir yenilik getirdi (ikili itme dilleri). Henri Pape, çapraz tel ve keçeli çekici buldu. James Thom , ekleme demir çatıyı kurdu. Bu çalgı, büyük bestecilerin en yakını olmuştur, dolayısıyla bu çalgı için verilen bestelerin sayısı ciltler tutar. "Piyanistler diğer çalgıları çalanlara nazaran, çıkaracakları sesleri Piyano üzerinde hazır bulurlar" gerekçesiyle, en küçük yaştan (altı-on) başlayarak, öğrenebilecek çalgılardan birisi, hatta birincisi Piyanodur. Ünlü Piyanist Sigismund Thalberg: "Çalarken, sesleri uzatmayı, iyi bir ses çıkarmayı ve ses çıkarırken gerekli olan değişiklikleri yapabilmek için, zorunlu olan ilk şartlardan biri her türlü sertliklerden uzak bulunmaktır. Kolda, elde ve parmaklarda mahir bir şantörün sesinde malik olduğu incelik ve bükülmeler bulunmalıdır" diyor ve şöyle devam ediyor: "ihmal edemeyeceğimiz bir tavsiye varsa, o da , çalarken vücudun hareketlerinde büyük bir ölçü olmalı, kolları, elleri büyük bir sükunetle yönetmeli, Piyanoya çok yüksekten vurmamalı, kendi kendini dinlemeli, kendi hakkında sert bulunmalı ve kendi kendine hüküm verebilmelidir. Genellikle, parmaklarla fazla çalışılıyor, fakat kafa ile yeter derecede çalışılmıyor." Piyano pedallarının kullanılması hakkında, Antoine Marmontel şöyle diyor : "Pedalları kullanmağa müsaade olunan öğrencilerin büyük bir kısmı onları usulleri saymak için kullanırlar yahut da ayaklarını pedalın üzerine basarlar ve bir daha çekmezler." Şüphesiz ki, her ikisi de kusur olan bu alışkanlıklara sahip olmamak gerekir. Lavignac: "Pedal sanatı ayağın nasıl konulacağını değil, nasıl çekileceğini bilmektir" diyerek, gerekli öğüdü vermiş oluyor. | |||
admin (şimdiye kadar 261 posta) |
Gitar Parmakla yada penayla çalınan esasen sekiz şekline benzeyen yanları iki tarafa oyuk ortasında bir ses deligi bulunan üzerinde ses perdeleri olan uzun sapl1 telli bir çalgıdır. Gövdesi her iki yandaki oyuklarla sekiz rakamına benzer. Tel olarak eski eş anlamı olan (kitara) kedi bağırsağı veya naylon daha sonrada çelikten yapılan teller ön tabladan ve saptan geçirilerek esik ve köprü üzerinden gövdeye monte edilerek sap1n üst yüzeyindeki burgulara irtibatland1r1lmist1r.Gitarin ilk örnekleri Ispanya'da XV11.yy.da görülür.Bu enstrümanlar genellikle lavtaya benzerGitar bugünkü seklini XV111.yy.kazand1 o dönemde gitar üzerinde 4 tel mevcuttu.Bu tellerde bagirsaktan yapilma tellerdi ve parmakla çal1n1rd1.Daha sonra gitara 5 tel tak1ld1 daha önce say1s1 az olan perdeler 10.a çikarildi.teller pesten tize doru la-re-sol-si-mi olarak akortlanmaya baslandi.XV111.y.y.sonlar1na doru pes tarafa kal1n bir mi teli daha eklenerek tel sayisi 6 ya çikarildi.Daha sonra X1X.y.y ortalar1nda Antonio de Torres enstrümana yeni bir biçim verdiEnstrüman1 daha belirgin bir hale getirdi.büyüttü vidal1 burgular tak1ldi saptaki perde say1si (fret) artti.sesi güçlendi gögüs içindeki balkonlar tek bir merkezden ç1kan seslere daha net yön verir oldu.Daha sonra gitar sekil olarak deigimlere ugradi.Folk ve caz müziginde kullan1lan gitarlara çelik teller tak1ld1 1920 y1l1nda elektro gitar dogdu.Böylece gövderezonans kutusu olmaktan ç1kmis enstrümanla dinleyici aras1na,amplifikatör denen elektronik bir yükseltici girmistir.Genellikle klasik gitarlar 6 tellidir.acustic gitarlarda 6 tellidir dei_ik aaç türlerinden yap1l1rlar 12 telli acustic gitarlarda mevcuttur. |
Bütün konular: 316
Bütün postalar: 464
Bütün kullanıcılar: 3003
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse